Ustam; Seyhun Tunaşar


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Dernekte bir konuşmam var, “Sümer Tabletleri ve Kutsal Kitaplar” Bu inceleme ile Semavi sinlerin birbirinin takipçisi ve kardeşi olduğunu, ama analarının Sümer inanç sistemi olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Yıl 2004 yılı, henüz bu konuyu Sn. Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi kitap haline getirmemiş, salon her zamankinden kalabalık, birkaç önemli kişi hemen gözüme çarpıyor, yanlarına gidip, beni onurlandırdıklarını ifade ediyor ve teşekkür ediyorum. Ancak bir kişi var ki, onun gelmesiyle konuşma sonrasının çok heyecanlı ve zorlu bir tartışma olacağını hissederek hem seviniyorum, hem de çaktırmadan beni sıkıştıracağını düşünerek, korkuyorum.

Sayın Seyhun Tunaşar…

Seyhun Bey’e yaklaşıyorum. “Üstadım geleceğinizi bilsem, kitaplarınızı da size imzalatmak isterdim” diyebildim. Çok güçlü tarih bilgisi var, İngilizce, Arapça ve Aramici’ye çok hakim. Eski gazeteci, önceki Cumhurbaşkanlarımızdan Sn. Süleyman Demirel’in eski basın müşaviri, pek çok tarihi kitapları, dinler karşılaştırması ile ilgili kitapları ve etkileyici makaleleri var, anlaşılacağı gibi imrenilecek ve heyecan duyulacak bir düşünür.

Tanışmamız böyle oldu. Zaman geçtikçe, eskiden olduğu gibi ben onun her konuşmasına gitmeye devam ettim. Ama o da artık benim her konuşmam da bulunmaya başladı. Büyük bir raslantı değil tabi, nerede ilginç bir araştırma sunumu olsa birlikte orada olmaya başladık. Kimi kez de sofrada birlikte olduk, birlikte oturduk.

Artık abi kardeş gibiyiz, bilgisayar kullanmıyor, el yazısı ile yazdığı makale veya sunumlarını benim büroya getiriyor. Sohbet sırasında bilgisine eşim ve ben aç kurtlar gibi saldırıyoruz, onun, kıs kıs gülmesine, olayları basitmiş gibi anlatışına hayran kalıyoruz. Her gelişinde bizim büyük kazanımlarımız oluyor. Gerçekten çok bilgili olduğunu her sohbetten sonra birbirimize tekrarlıyoruz.

Bir gün “Efendim, nasıl alçak gönüllü veya doğruluğunu bildiğiniz bir olayı iddia etmeden, olayları basitmiş gibi anlatabiliyorsunuz?” dediğimde, “Sen de öyle, ben de seni çok beğeniyor ve takdir ediyorum” sözlerine tebessümle başımı önüme eğdiğimde “Yok sen de eklektik anlatımın ustasısın, hem eleştirmiyor, yermiyor, yanlış demiyorsun, hem de karşındakileri eleştirdiğini, yerdiğini ve söylenilen ve inanılanların doğru olmadığını söylüyorsun, o da kendisini önce haklı buluyor, sonra sen söylemediğin halde, kendini sorguluyor, sen de olayları ona sorgulatıyor ve doğruyu kendisine araştırtıyorsun.”

İşte! Bu iltifatlardan sonra hayranlığım daha da arttı, düşünsenize bir bilge kişi sizi takdir ediyordu. Artık her şeyi araştırmak, sorgulamak, bildiğimi korkusuzca söylemek istiyordum.

“Kardeş İnançlar” adlı bir sunumdan sonra yanıma oturdu. “Nadir, Batıkent’te Protestan Kilisesi’nin pastörü (?) var onun da aynı adlı bir kitabı var, haberdar mısın?” dediğinde şok oldum. Yani benim iddiamı kibarca “bu adamdan mı, aldın?” demiyordu, ama bana öyle gibi hissettirmişti. Gerçekten böyle düşünmezdi, ancak bu kitabı okumamı, papazla konuşmamın gerektiğini, sohbetimizin sonunda anladım. Ben de “üstad, nasıl bu kadar araştırıyor, Batıkent Mahallesi’nin kilisesinden, kilisenin papazından, papazın kitabından haberdar oluyorsunuz?” diye sormak durumunda kaldığımda, kendisinin de kutsal kitapları araştırdığını, daima sorgulama yaptığından, sürekli arayış içinde olduğundan bahsederek, Aramice yazılmış Şam’daki Süryani Kilisesi’ndeki ilk İncil’i görmeye gidişini anlattı.

Sn. Süleyman Demirel’in basın danışmanı iken; Midyatlı bir delegenin anlattığı üzerine Şam’da bir el yazması Aramice İncil olduğunu öğrenince, Sn. Cumhurbaşkanından aldığı mektupla önce Midyat’taki MorGabriel Kilisesi’ne gittiğini, papazla İncil’in varlığı konusunda konuştuklarını, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tekke ve Zaviyelerin İlgası” hakkındaki kararından önce, bir görevliyi Midyat’a gönderdiğini, Süryaniler için en kutsal kilisenin korunmasını ve Şam’a taşınmasını istediğini, bunun için Atatürk’ün tüm masrafları kendisinin karşıladığını, Patriklik pozisyonunun Şam’a taşınmasına ve el yazması İncil’in de Şam’a götürülmesi ve korunmasına yardım ettiğini öğrendiğini anlattı.

Bu olayla, Cumhurbaşkanı ve MorGabriel papazın mektubunu yanına alarak Şam’a gittiğini, Şam Süryani Kilisesi’nde patriğe mektupları takdim ettiğinde, patriğin de Mustafa Kemal’in bu taşınmadaki olağanüstü ilgi, yardım ve desteğini tekrarlayarak onun da anlattığını, yemekten sonra kutsal emaneti görmek için piskopos, baş papazlar, onlarca papazla bodruma inildiğini, tünelden geçildiğini, bir delhizin sonundaki kapının kilidinin üç kişi tarafından ayrı ayrı anahtar ile açıldığında bir altarın üzerinde, bizim “sakalı şerif” gibi atlas ipek kumaşlara kat kat sarılmış bir sandığın açıldığını, deri kaplı kitabın kapağını patriğin açtığını anlattı. Sonra “Sayın Patrik dokunabilir miyim?” değinde “Tabi” demesi üzerine eliyle sağdan sola kelimeleri takip ettiğini, patriğin bunu görmesiyle, patriğin kendisine “Ne yapıyorsunuz? Okuyor musunuz? Aramice biliyor musunuz?” dediğini, “Evet okuyabiliyorum” cevabıyla, patriğin elini tutarak “Lütfen kapatalım” demesi üzerine papazların sandığı, örtüleri, kapıyı kapattıklarını, birlikte yukarıdaki odasına çıktıklarında, sanki saatler süren sessizliği patriğin bozduğunu, kendisine Kitab-ı Mukaddesi okutmamasından dolayı üzüldüğünü anladığını, “Sn. Tunaşar, benim görevim insanların bugün huzurlu ve mutlu olmasını sağlamaktır. Sizin buraya geliş nedeniniz de insanların inançlarının daha güçlü olması, imanlarının bozulmaması, daha mutlu olmalarını sağlamak olmalıdır. İkimizde düzeni ve huzuru bozmamalıyız, bunu sürdürmeye yardımcı olmalıyız, değil mi?” dediğinde, okutmama ile insanlık yaşamındaki düzen arasında ilişkini o anda anlayamadığını, ancak “Bu kitapları insanlar bugün okumamalı, yüzlerce yıl sonlara bunlara ihtiyaç kalmadığında okunabilir” demesi üzerine, bütün kitabı okumuş gibi olduğunu, o günden sonra insan ürünü olan bu kitapları araştırdığını söyledi. Bana ilgi göstermesinin nedenini artık anlayabiliyordum.

“Nadir, insanların inançlarıyla alay etme! İmanlarını ise hiç konuşma! İmanın akılla hiçbir ilgisi yoktur, kabullenmedir. Ancak inançları böyle değil, bilgisi, kültürü, tecrübesi, zekası ile sürekli değişerek gelişir, dün inandığına, yarın inanmayabilir, bunun başkalarınca anlatılması da doğru değildir. Zaten eğitim, teknoloji, bilim; inancı her an değiştirmektedir. Senin yapacağın, bu inanç değişimi, gelişimi, geçişlerini onlara göstermektir.”

Heyecanlıyım, “karşımdaki ile düşüncelerinde farklılık görürsen işi orada bırak! Benim herkesle tek ortak yanım PRK’dır”, dedikten sonra patlattığı kahkasını hala hatırlıyorum. Kendi kendime PKK ile inanç sistemlerinin ilişkisini kurmaya çalışıyor ve PKK yerine PRK mı dedi diye düşünürken, “Peynir, rakı, kavun” diyerek, kih, kih, kih tebessüm etti. “Yemek yerken ve içki içerken, bu konularda sohbet et, karşındakilere anlattıklarını çok ciddiye almamış gibi gösterirsin, onlar da anlatılana o sırada tebessüm eder ama sonrasında düşünmeye başlar” tavsiyesi daima aklımda kaldı.

Son zamanlarında konuşmalarını eşim yazıyor, ben kibarca editörlük yapıyorum. Haftada, iki haftada bir görüşüyoruz, ofis, dernek. Ancak bir süre sonra 2015’in yaz sonu gibi idi, hastaneye yatırıldığını duydum. Kız kardeşi Sn. Demirel’in Devlet bakanı Ekrem Ceyhun ile evli idi, o da Enis Behiç Koryürek’te otururdu. Ustam hastalanınca yanlarına aldılar. Önce eve, sonra hastaneye gittik. Kablolar, maskeler, tüpler, akciğer kanseri.

“Üstad, hemen iyileş, ayın 19’unda ‘Başka Bir Mimarın Hikayesi’ adlı bir sunum yapacağım, bu sensiz olmaz. Mimar hakkında çeşitli kitaplar var ancak, ben de Mimar’ı işçiler değil, Hz. Süleyman’ın öldürdüğünü, mizahi bir tarzda anlatacağım” dedim. “Olabilir mi ya?” sorusuna onu zorluyordum. Tam onun sevdiği gibi bir tiyatro oyunuydu. Güldü “geleceğim” dedi. “İsterseniz yarın getireyim okuyun, beğenmediğiniz yerlerini değiştiririz” dedim. Çünkü hastane ortamında ve hastalıktan uzaklaşsın istiyordum.

Birkaç gün sonra gittiğimizde yoğun bakımda, olduğunu birkaç gün sonra da artık geldiği yere geri döndüğünü öğrendim, çok ama çok üzgündüm.

Karşıyaka Mezarlığı’nda Süreyya kardeşim ile onu uğurlamaya gelmiştik. Hiç konuşmuyorduk, halbuki üçümüz birlikte çok konuşurduk. “Süreyya, şimdi ne oldu? Ölüm ne ya? Böyle bir adam ölebilir mi? Dediğimde “Evet! Bir kütüphaneyi toprağa gömecekler” dedi.

Bilgiler, belgeler, onunla uçtu gitti. İnsanlar daima yazmalı, yazamazsa konuşmalı, kendinden öncekilerinden öğrendiklerini sonrakilere aktarmalıdır.

Yüzyıllar önce Sümerlilerin dediği gibi; “Biliyorsan, neden öğretmiyorsun?”

 

Nadir Elibol

25.08.2017

Comments are closed.