Sedat ve Ender


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Müfettiş muavini, kamyon muavinliğinden zordur derler, kamyonculuğu bilmediğimden kıyaslayamadım. İlk üstadımız Atila Koruyan idi, Ankara’da. Onun yanında geçen 5-6 gün müfettişlik değil, oturma kalkma, üst baş düzme ve düzenleme idi. Hiç birimizin elbisesi yoktu. Kimi kazaklı, kumaş pantolonlu veya kötü paltolu idi. Kravat desen hak getire, gömlek tek tük kişide vardı. 25 Aralık 1975 tarihinde işe başladık, maaş alamadık, altı gün için Ocak ayını bekledik (ben böyle hatırlıyorum). Memura maaşı ay başında verilirmiş, 3.540 lira verdiler, paradan da anlamıyoruz, okul bursumuz 175 TL idi. İlk alınan maaşla hemen üst baş alındı. Takım elbise, gömlek, birkaç kravat, ayakkabı şekle girdik. İlk gün, ilk hafta derken, biz elimizi kolumuzu sallayıp gelirken, bir gün Savaş elinde zamanın ilk bond çantası ile Atila Koruyan’ın yanına girdi. Biz baktık, Atila güldü. Bizden önce hesap uzmanı olan sıra arkadaşı Ferhat çanta almıştı, Savaş durur mu! İstanbul’a geldiğimizde bizler de artık çantalı idik.

Ben ve Ender Yücesoy, Coşkun Özışık’ın yanına verilmiştik. Kafamızı kaldıramıyoruz. Ender sonradan fark ettim ki, kolayını bulmuş hala 1615 sayılı Gümrük Kanunu’nun ilk bölümünde, kara, hava, deniz taşıtlarını anlatan ilk sayfalarda idi. Ben girişi bitirmiş, geçici kabul denen hiç bilmediğim sayfalara geçmiştim. Tabi ki, anlamadığım her şeyi zırt pırt Coşkun Özışık’a soruyordum. Manifesto ne idi? Siyasal’da siyasi manifestoyu biliyordum da, deniz manifestosu nasıldı? Neye yarıyordu? Bir türlü anlayamıyordum. Sabahları Coşkun Bey’den önce geleceğiz diye gün ağarmadan yollara düşüyorduk. Elif Otel’de hesap uzmanı, Maliye, Ticaret ve biz Gümrük müfettiş muavinleri, tüm müşterilerden önce kalkıyorduk. İlk gemide karşıya geçenler Karaköy’deki soğuk

51

sandaviçcide buluşuyor, üstatlarını anlatma ve akşama randevulaşma sabahın ilk işleri oluyordu.

Sabah Coşkun Bey hemen bir-iki soru ile sabah sınavını bitiriyor. 10-15 sayfa ödev veriyor, adamcağız rapor yazmaya başlıyor, bize dönüp bakamıyordu bile. Karşıda Yusuf Ziya Şahin, İbrahim Usta oturuyor, inanın Coşkun beyin yanındaki 4 üncü masada kim oturuyordu hatırlayamadım, herhalde Nejat Odabaşı idi. Çünkü solumuzda Çoşkun bey ve onun yanında, kapı ağzındaki o masa vardı. Demek ki başımızı sağa-sola çevirememişiz! Siz düşünün işin yoğunluğunu veya üzerimizdeki baskıyı.

Bir sabah Ender “Üstadım Kilis’ten annem ve babam geliyor. Biz ev kiralayacağız, taşınacağız” dedi. Sonraki yıllarda tanıdıkça, Coşkun Özışık’ın aile bağları konusunda çok hassas olduğunu, bu yanının onun yumuşak karnı olduğunu gördüm. Coşkun Üstad “Ender Bey’ciğim siz bu hafta sonuna kadar evinizle ilgilenin” dedi. Hop, Ender yok.

1991 yılı Ender’in ender yanımızda olduğu bir kumkapı anısı
soldan sıra; Necdet Bilecik, Nazım Bilican, ben, Ender Yücesay, Asım Usanmaz

52

Takip eden hafta “eşya alacağız”, takip eden hafta “badana var” bitmedi, gitti. Ender rahat, ben 1500 maddelik Yönetmeliği bitirdim. Her gün “Nadir Bey bu konuyu tekrar okuyun” ile günler geçti. Gizliden Enderi kıskanırdım, Coşkun Bey’e de kızardım. Ama yıllar sonra onu hep çalışkanlığı ve çalıştırmasıyla minnetle andım. Çok sorarak, çok yol aldım. Hayatımda her şeyi hep sorgulamam gerektiğini ondan öğrendim, desem yeridir. Neden? Niçin? Nasıl? Soruları ben de o günlerde gelişti. Ender sessiz ve yumuşak bir kişi idi. Ben ise hep sesli, hatta çok sesli ve kimi kez telaşlı, heyecanlı. Sonra Ender hep yumuşak üstadlarla çalıştı, ben ise çok çalışkan, durmaz, dinlenmez üstadlarla oldum. Öldüm, bittim. Gizliden Başkanlığı takibe başladım. Ender nasıl böyle rahat ve keyifli muavinlik yapıyordu?

Bir de baktım ki, Sedat Çetinbaş’da aynı durumda, üstadlarıyla akşamları yiyip, içiyor, keyfi tamam. Akşam 17:30 olduğunda ikisi de yok. Ender evine giderken, Sedat üstadıyla yeme içmede. Ben son vapura kadar odalarda çalışıyorum.

Bir gün ben, Kenan Rıza Şahi- noğlu’nun refa- katine verildim. Sedat’la Ender de Necati Berent üs- tadın yanına ve- rildi, çılgın gibiyim, sevinç- ten uçuyorum. Dileklerimi kabul ettiği için Allah’a minnetlerimi

53

sunuyorum. Çünkü Necati Berent çok iyi bir insandı, ama hiç gülmezdi. Onu gülerken görenler, diğerine yemin billah ile anlatırdı onun gülüşünü Berent üstat, Oktay Ergül, Erol Tonka ile köşe odada otururdu. Şimdi Vitray’ın olduğu küçük odada fotokopi makinası vardı. Berent üstattan geçmeden fotokopi çekilemezdi. Fotokopi çok sonraları kurula gelecekti. İşte o odada çalışıyorlardı. Ben hayali ihracat soruşturmasında suret çoğaltmak için Fevzi Ertürk’ün yanına verilmiştim. Tüm gazeteler ondan söz ediyor, Kurul onunla piyasada büyük sükse yapıyordu. Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’i hayali ihracattan dolayı yakalamış ve kaçakçılıktan Mahkemeye vermişti. Bir gün bana “Karşı binaya git, 2.katta gemi acentasında Avni bey’i gör, şu kağıtların kopyasını çıkarsın” demişti. 1976 yılının yaz sonu idi herhalde, karşı binaya gittim. Bir beyefendi bir makinaya kağıdı koydu, kağıt döndü makinanın altından çıktı, kopyası. Benim de gözlerim dışarı çıktı. Okulda teksir çıkarmayı biliyorum da, bu ne idi? Getirdim Fevzi Bey’e verdim. Bu fotokopi makinası idi, geldim tüm muavinlere makinayı anlattım, kimse tam anlayamadı. İşte aylar sonra bu makinadan bize de alınmış, bu küçük odaya konulmuştu. Sedat’la Ender bu küçük odaya resmen kapatılmıştı. Dün, öğlenleri dışarı yemeğe gidebilen, akşamları kafa çeken Sedat odadan çıkamaz olmuştu, çünkü Necati Berent yemek yemezdi, sürekli sigara ve çay içerdi, çok çalışırdı. Ender de Coşkun Bey’in yanında, ev, anne, baba ayaklarını bitirmişti. Artık Sedat’la aynı odaya hapisti.

Öğlenleri yemeği nerede yerdik hatırlayamadım, ama ben her öğlen Sedat’a ve Ender’e vitrayın arkasında uğrar, camı tıktıklar “Biz yemeğe dışarı gidiyoruz” derdim. O vitrayın sesi olsa da söylese, camı ritmik tırnak darbeleriyle çalar, “Biz dışarı gidiyoruz” cümlesini üç-dört defa tekrarlardım. İnanın ki, çok büyük keyif alırdım. Muavinliğimin en keyifli ve çocuksu günleriydi.

54

Ben, gözüme bakan ve beni çok seven Kenan Rıza Şahinoğlu’yla çalışıyorum, onlar yaklaşık bir aydır koridor gibi dar küçük bir odada (4,14m2) hapisler. Her gün “oh” çekiyorum, kıskançlığım ortadan kalktı. Çıktıklarında tahliye olmuş, neden içeride yattıklarını bilmeyen mahkumlar gibi idiler. Sedat Efendi olmuş, Kurul’u sallamaz tavrı bitmiş, Ender’de sağ elini cebine sokarken bile iki kere düşünür olmuştu.

Oh! Bu geçen 30 gün benim 10-15 ayıma bedel bir aydı. Çok keyifli idim, o ay. Selamlar Sedat, sevgiler Ender.

55

Comments are closed.