Nusaybin Dönüşü


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Döviz yokluğu nedeniyle, Hacı çıkışlarını engellemeye yönelik benim Nusaybin’de, Bahri’nin Habur, Savaş’ın Cilvegözü sınır kapılarındaki nöbet işimiz bitmiş artık Ankara’ya döneceğiz.

Otobüsle Mardin’e gelmiş, oradan dolmuşla Nusaybin’e geçmiş, 1977 veya 1978 Kurban Bayramı öncesi ve sonrasında otuz gün 24 saat bu kapıda nöbet tutmuştum.

Gidiş, geliş ve ziyaretin zor olacağını düşünerek, Mardin’den Nusaybin’e geçmeden önce Vali beye bilgi vermek amacıyla randevu istedim. Vali Mardin dışından öğleden sonra gelecek denilince, tek caddesi olan Mardin’de (Cumhuriyet Caddesi) yolda birine sordum; “Buranın en iyi kebapçısı nerede?” “Beyim aşağı doğru yürü, ikinci sokaktan sola dön, ikinci evin önünde merdivenle aşağıya in, Kasım usta, işte orası” tarif doğru olmalıydı. Çünkü ben kravat, ceket ve siyah çantalı idim. İkinci sebep sorduğum adam sıradan, yerli halktan biri idi, onun önerisi doğru olmalıydı.

Dediği gibi, aşağı doğru sallandım, ikinci sol, ikinci ev, önde bir dükkan, dükkanın yanında 7-8 basamakla inilen bir bodrum katı, giriş kapısından dumanlar çıkarken, müşteriler de içeri girmeye çalışıyor, ben de girdim göz gözü görmüyor, bir masa verdiler, hasır taburelere oturuyorsun, yaklaşan garsonun dışında kimse kimseyi dumandan göremiyor, tek yakından görünen oturduğun masaya inen, kalkan yüzlerce sinek. Adana köfte sipariş ettim. Otlar, yeşillikler, ayran geldi, görüntü ve koku şahane, ben çatalı elime aldım ki, yüzlerce sinek Adana köfteye benden önce saldırdılar, elimi sallıyorum, çatalı alayım derken, tekrar konuyorlar, bir iki başarısız hamleyi gören yaşlı bir müşteri sol elini sallayarak, sağ elinle köfteyi ağzına götür gibi hareket gösterince, işin sırrına erdim. Sineklerden öce Adana’yı hallettim. Hayatımda yıllar sonra 2014’de Mardin’e tekrar geldiğimde RİDO’da ancak bu lezzete yakın bir adana yiyebilmiştim. (İşin sırrını merak edenlere söyleyeyim. Yarısı dana, yarısı koyun etini tezgaha koyuyorlar. Danaya yakın kuyruk yağını da dahil ederek eti ezmeden, suyunu çıkarmadan, zırh ile keserek küçültüyorlar, küçük et parçaları koydukları yağ ile birbirine bağlamış oluyorlar, yalnızca tuzlayarak köfteyi şişe takıyorlar, işte! gerçek kebabın sırrı bu idi)

Soluğu Valilikte aldım, Vali bey Emrullah Zeybek idi, Mülkiyeli idi ama biraz Refah Partisi’ni, o zamanlar Nizam Partisi mi bilmem ama namaz ve niyazda idi. Güzel adamdı, Hacı gidişinde İç İşleri Bakanlığı’na telgrafın çekilmesini akıl edecek, bu ülkenin valisi olarak sahte dindarlarca taşlanacaktı. Kendimi tanıttım. Nusaybin’de mevzuatta biraz güçlük çıkararak, Hacı çıkışlarını engelleyeceğimizi, Mülkiye, Maliye ve Emniyet Müfettişleriyle birlikte çalışacağımızı anlattım. (Lüksemburg’tan Ecevit hükümeti 1.000.000.-$ -yazı ile bir milyon dolar- borç bulabilirken, ilaç hammaddesine, petrole, gıda için yağa ve kömüre para bulunamıyor)

Hacı otobüslerini teknik gerekçelerle geri çevirirken; aşı, yaş, döviz bahaneleriyle Hacı adaylarını engellerken, hacı adaylarının ayaklanması ve Nusaybin’i talan etmesi, otobüslerin şehri kirletmesi ile Hacıların yarısı Hacca o yıl gidemediler, görev başarı ile tamamlandı. Hacı nöbetimiz bitti, Ankara’ya dönüşe hazırlanıyoruz. Öyle olaylar oldu ki, Bakanlıklar bizlere acımış olmalı ki, Diyarbakır’dan uçakla geri dönmemize, biz talep etmeden izin verdi.

Nusaybin’den Mardin’e gideceğim. Vali Bey’e genel raporda bilgi vereceğim. Sonra Bakanlığımız tedbir veya işlemler için Valiliği bilgilendirecek, bir gece Mardin’de kalarak, sabah erken Diyarbakır’a geçecek, haftada iki gün Ankara’dan gelen uçakla Ankara’ya geri dönüş yapacaktım.

Dönüş sabahı Nusaybin Gümrük Müdürlüğü (o zaman başmemurlukta olabilir) Nusaybin Gümrük Muhafaza Bölge Amirliği’ne (Müdürlük değil) veda ziyareti yapacağım. Okuttuğum, okuma yazma öğrettiğim Abdülrezzak’ı göreceğim. Ben de öyle yaptım. Tek tek binadaki memurlarla ve kapıdaki memurlarla vedalaştım. 30 günlük ortak çalışmaya teşekkür ettim. Abdülrezzak’a okumayı 30 günde sökme başarısından dolayı kendisinin bana aldığı sustalı çakıyı hediye ettim, yanımda bölge amiri Hüseyin Midyatlı var. “Efendim çok yoruldunuz isterseniz dolmuşla Mardin’e gitmeyin, bizim araba ile göndereyim” dediğinde, tebessüm ettim, çünkü zor bela giden bir minibüs var, gümrük binası ile kapı arasında personel taşıyor, gece vardiyasında arıza yapmış olursa, ben dahil tüm personel çoğu kez yürüyerek kapıya gitmek zorunda kalıyoruz. “Efendim dün ben Diyarbakır’dan yeni bir jeep aldım, Bakanlık göndermiş, gösterebilir miyim? Hem ilk yolcusu da siz olursunuz” önerisi üzerine “olur” dedim.

Yazılar hazırlandı, şoföre izinler yazıldı, beni Mardin’e bırakacak, akşam olmadan geri dönecek.

Nusaybin’den ancak öğlene doğru çıkabildik. Kızıltepe-Mardin arasında “Nato yolu” adı altında yeni bir yol yapılmış, henüz stabilize, bazı yerlerine mıcır yeni dökülmüş, bazı yerlerinde de yola yayılmak üzere kenarda bekleyen mıcır var, daha ilk virajda “yavaş git, mıcır tehlikelidir” diyorum.

Birkaç dönüşten sonra aracın sağ tarafından taşları fırlattığını gördüm. Jeep tam yana yatarken elimi tavana tenteyi tutan borulara koydum ki; gerisini hatırlamıyorum.

Gözümü açtım, o geniş yolun tam ortasında oturuyorum, burnumdan kan geliyor. 30-40 metre ileride önümde jeep yan yan yuvarlanıyor. Jeep yamaca çarptı ve durdu. Şoför benim arkamda, o da yolun ortasında yatıyor. Ona bakarken; arkadan ışıldakları yanarak bir arabanın geldiğini gördüm. Ne çabuk ambalaj veya polis geliyor derken, yanımızda araba durdu. İçindekiler fırladılar, Aaa! Vali Emrullah bey “Müfettiş bey nasılsın?” demesiyle, yerde yatan muhafaza memuru ayağa kalktı. Anonslar, beni makam arabasına aldılar, hastanenin yolunu tuttuk. O zamanlar, Cumartesi yarım gün çalışılıyor ve öğlen hafta sonu tatili başlıyordu. Hastane dediğime bakmayın, tek katlı büyükçe bir sağlık ocağı gibi bir hastane, koruma ve şoför önden koşuşturuyor, vali, yanında ben, Vali biraz telaşla “Kimse yok mu?” diye bağırıp, çağırıyor.

Arada bir bana “Sen iyi misin?” diyor. Sonra “doktor yok mu?” diye bağırıyor. Doktor odası kapalı, hemşire odası kapalı, koruma ayağı ile kapıyı ittirdi, doktor bey bir bayan görevliyi masaya yatırmış, “oynaşıyor” Ben gülmeye başladım. Vali “aşağılık herif buraya gel” falan diyor ama benim ağrım, sızım bitti. Bu bahtsız adamın bundan sonraki cinsel hayatını düşünmeye başladım, gülüyorum, gülüyorum. Vali dışarıda adamcağız beni muayene etti. Vali’ye “gece gözetimde olmalı, uyumasa daha iyi” dedi. Biraz korktum. Vali bey “eve gidiyoruz” dedi. Hastaneden ayrıldık, Vali’nin rezidansına geçtik.

Akşam Vali bey, beni yemeğe alıkoydu. Sofrada Mülkiye hakkında konuştuk. Benden 15 yaş büyüktü, 1961 mezunu idi herhalde. Eski hocalar, dersler, yurt, falan derken abi kardeş olduk, Hacılarla yaşadığımız olayları, bu sırada Mülkiye müfettişi abimizin cesur tavrını, hacılar tekbir sesleriyle yürüyüşe geçince de nasıl korkuya dönüştüğünü, Kaymakam Nazmi Kahraman’ın (Mülkiye’den 1969-70 mezunu) kafasına taşı yemesiyle, makam aracının kaportasından yere düşüşünü hatırlayarak gülmeye başladık.

Vali beyin eşi müsaade isteyip çekilince de, hastanede yakalanan doktorun haline gülüştük. “Sayın Vali, doktoru ellemeyin, zaten adamın bence cinsel hayatı iptal oldu” dediğimde, o ciddi Vali önce gülümsedi ama birkaç saniyede ciddiyetini kaybetti, gülmekten bayıldık, biraz sohbet ettik ama uykuya çekildik.

Sabah beni göndermek istemedi, “ben gideyim efendim, hem diğer uçak 3 gün sonra” dediğimde “o zaman seni gönderelim” dedi. Bölge Amiri Hüseyin Midyatlı’da Nusaybin’de kazayı duymuş ve sabah gelmişti. Jeep ilk yolcusundan sonra uzun süre tamirde kalınca, benden sonra ikinci yolcusunu hemen alamadı.

Uçağa bindim, hem doktorun haline, hem de hacıların bana ahı mı tuttu acaba? sorusuna gülmeye devam ediyordum. Elimi ceketin cebine sokmuştum ki, yerlerde yuvarlanırken, mıcırdan üç-dört taş parçası cebime girmiş, içlerinden büyük birini ayırdım. Ankara’da makam masamın üstüne koydum ve uzun süre Nusaybin hizmetimi hatırlatmak için bana eşlik etti.

O taşa baktığımda; insan hayatının nefes alıp verme kadar bir aralığa bağlı olduğunu, ancak bu vatanı ve yoksul vatandaşının hakkını kollama görevini de hep akılda tutmak gerektiğini düşündüm, müfettişlik yaptığım sürece…

Nadir Elibol

25.08.2017

 

Comments are closed.