Meksan


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Her şey, 1993 yılında Azerbaycan’da Haydar Aliyev’in darbesi ile başladı. Suret Hüseyinov adlı bir subay (Aliyev’in adamı) Azerbaycan’a bağımsızlığını kazandıran Ebulfeyz Elçibey’e darbe yaptı, Manat’ta % 4000 develüe edilince, servetim birkaç gecede eriyip, tükendi. Azerbaycan beni bitirdi. Hem param 40’da bir, “zekat”a kadar düşmüş, hem de Azeriler paramın zekatını bana vermişler, Rusya’daki “RUZU” Bank/Moskova vasıtasıyla 215.000.-$ olarak bana aylar sonra gönderebilmişlerdi.

Ben de Yapı Kredi Bankası Yenişehir Şubesi’nden paramı alabilmiştim. Aldığım bu para, gönderdiğim borçla alınmış ihraç mallarının bedelini bile karşılamamış, rahmetli babamın zorla ortak yaptığı bir kooperatif konutumu da (Dikmen Atatürk Sitesi’nde) sattığım halde hacizlerden kurtulamamıştım. Tüm (şekerleme, sabun, çikolata) ödemelerime rağmen, Kayseri’de Oylum bisküvilerinin sahibi dostum Yılmaz Büyüknalbant’a 25.000.-$ bisküvi borcum kalmıştı. Yardımıma Bulgaristan’da 1991-1992 yılında ortak işler yaptığım rahmetli Yahya İnanıcı yetişti. Borcumu sordu; “20-25.000.-$” dediğimde, “akşam uğra” dedi, telefonu kapattı.

Akşamları dostlarını bürosuna çağırır “çok taze kuruyemiş” ile viski ikram ederdi. Ben de, beni teselli için çağırdığını düşünerek gittim. Davetinde daima 4-5 kişi olurdu, bu kez tek başına oturuyordu, oğlu diğer katta idi. Beni Müfettişliğimden beri tanıyan ve seven biri idi, hatta eniştem Vehbi bir dönem onun Duty-Free mağazalarında çalışmıştı. Laf olsun diye “hayırdır Yahya bey bugün yalnız mıyız?” dedim. “Özel konuşacağız” dedi, daima konuklarına kendi servis ederdi, birkaç yudum viski ve lüzumsuz giriş laflarından sonra, “Eee! Nadir’ciğim Azerileri ne yaptın?” dediğinde, baştan anlattım, dinledi. Masasından bir zarf aldı, sehbanın üstüne iki deste (100.-$’lık) 20.000.-$ koydu. “Nadir’ciğim benimle çalış, bu para senindir. Bir karşılık istemiyorum. Tek istediğim benim dış ticaret işlerini sen düzenle, aylığını sen belirle, benimle çalış” demesin mi? Benim Bulgaristan işlerimi, Rusya çalışmalarımı, Azerbaycan’a hakimiyetimi yakından biliyordu. Ancak şimdi, param pulumun olmadığının, hacizlerden kafayı kaldıramadığımın da farkında idi. İtibar kaybım yerlerde gibi, ama ben yine Nadir Elibol’um. Güvenle tebessüm ettim. “Tamam mı?” dediğinde 20.000.-$’ı (Yılmaz Büyüknalbant, Kayseri Ticaret Odası Başkanı ve Oylum Bisküvilerin sahibi için) cebime koymuştum. Bu para asla benim bedelim değildi, biraz yılgındım, ancak benim itibarımı da koruyacak bir para idi. “Ofisim devam edecek, ofisin personel, elektrik, telefon harcamasını da ödeyeceksiniz, ofisi bir süre kapatmayacağım, itibarım için çok önemli, bana ve ailem için 5.000 TL aylık yeter” dedim. İkinci kadehe geçmeden tokalaştık. Kendimi satmıştım, ama o gece çok rahat uyumuştum.

Beni bilen ve tanıyan yakınlarım da Azerbaycan olaylarını izliyorlardı. Ben bazen ofise geliyor, herkese gülerek, keyifle ihracattan artan çikolata, şekerleme ve bisküvi numunelerini ikram ediyordum.

Bu arada Özden adlı Mülkiye’den bir arkadaşım da durumdan haberdar, bazen onun ofisine de uğruyorum. İstanbul fabrikalarının ürettiği benzin pompalarını istasyonlara satıyordu. Hatta onları Almanya’da “akaryakıt tankeri” imalatçıları “swam” “casbouhrer” ile tanıştırmış, birlikte Almanya’da görüşmeler yapmıştım.

Yahya Bey’le çalışalı birkaç ay oldu olmadı, Özden, patronu Salih Bey’in (Mesudiyeli) Ankara’da olduğunu ve uğramamı rica etti. İki işyeri Ankara’da Büklüm Sokak’ta idi. 10-15 dakikada Salih Bey’in yanında oldum.

Sanki arkadaşı gibi beni karşıladı. Hemen durum vaziyeti sordu. Özden de olayları önceden anlatmıştır düşüncesiyle, olduğu gibi anlattım. “Yahu! Kardeşim ben senin gibi bir adam arıyorum. Gel İstanbul’da şirketin başına genel müdür ol” dedi. Yahya beyle iki ay önce konuştuğum iş teklifi, yeniden önümde idi. 1993 sonu veya 1994 başı olabilir. Yahya beyin parasını iade edeceğim. İstanbul’a gideceğim, aynı şartları sağlamasını, ofisi korumasını istedim. Yahya beyin işlerini de yapacağımı söyledim. Hepsine “evet” dedi ve ilk kez 350 işçinin çalıştığı şirketten yıl sonu temettü teklif etti. Çok iyi bir teklifti. Yıl sonu karlılık halinde, çok büyük bir vaatte bulundu. (İleride benzer durumları tekrar yaşamamak için benzer teklifleri hep reddettim, çünkü patron istediğinde öder istediğinde ödemezdi, bu olaylarda ben de bunu öğrenecektim)

Yahya beye parayı geri verdim. Daima her işinde yanında olacağımı belirttim. Ölünceye kadar hep yanında oldum. Meksan’da iken, firması için “Hurda ray” ithalatı işini düzenledim. Sivas Demir Çelik Fabrikası’na Bulgaristan Varna’dan Samsun yoluyla Sivas’a hurda demir getirmesini sağladım. Fazlasıyla onun yaptığı güzelliği ödemiş sayıldım veya ödemeye çalıştım.

İstanbul’a büyükçe bir valizle inmiştim. “Dedeman” otele yerleştim. 08:30 Darphane yanındaki Meksan binasına geldim. Yönetim Kurulu’ndan iki kişi var, genel müdürlük makamı var, adam yok, genel müdür yardımcısı pozisyonunda bir mimar var, bir de sonradan danışman olduğunu öğrendiğim Gönül adında bir bayan var. (Bir üniversitede doçent olduğunu hatırlıyorum) çaylar söylendi, “işte yeni genel müdürümüz Nadir Elibol” dedi. Salih bey yönetime öyle hakim ki telefonda usta başına cıvatayı tarif ediyor, banka müdürüne akreditif metnini soruyor. Mutfakta bina ve fabrika için ayrı ayrı yemek reçetesini söylüyor. Konuştu, beni methetti, Özden bey’in (Ankara müdürü) arkadaşı olduğumu, Müfettiş, Gümrükler eski genel müdürü olduğumu, Mülkiyeliler Birliği genel sekreteri olduğumu, Bulgaristan ve Rusya pazarına hakim olduğumu anlattı durdu. Birilerini iknaya çalışıyor gibi idi, bu durumu erken sezdim. “Yoo! Salih bey, ben genel müdür olmayacağımı size söylemiştim. İstanbul-Ankara bağlantısını anlatmıştım. Ben genel koordinatör olmalıyım değil mi?” deyiverdim. Sessizlik oldu. “Otel iyi mi? Sana bir araba tahsis edelim. Şimdi sana bir de dayalı döşeli bir ev kiralayalım” dedi. Zaman kazanıyordu. Ben “Araba istemem, iş yerine yakın bir ev kiralayalım, eşyalı olması da gerekmez, bakın şu sarı ev var ya, öyle yakın bir yer olsun, gece gündüz ben işe hakim olayım” dememle birlikte Salih bey ayağa fırladı “Gördünüz mü? İşte akıllı adam böyle olur, tamam koordinatörsün, kendine oda hazırla” dedi. Kendisi genel müdür odasında çalışıyordu, sonradan olaylar geliştikçe haklı çıkacaktım, Salih bey şirketin hem genel müdürü, hem yönetim kurulu başkanı, hem üretim müdürü, hem alım satım müdürü idi.

Gösterdiğim apartman değil ama Darphane’ye, holdinge yakın Barbaros’a bakan “şişiç” apartmanında bir boş daire kiralandı. Bir günde salona masa, koltuk, kanepe, TV, odaya yatak, yorgan vs alındı, mutfağa da üç beş tencere, tabak, işe başladık. Yazma, çizme, projelendirme.

Her söylediğim, her yaptığım Salih Bey’in önüne gidiyor, benim için seçilen sekreterin aptal bir kız olması da bana mesaj oldu, durumu anladım, her şeyden haberdar olmak istiyordu.

Herkesi dikkatli izliyorum, fabrikaya gidecek zaman bulamıyorum, habire durmadan acele işler çıkıyor, koşturmadayım. Tam istediğim bir yer, ilk ayı bitirdik.

Sekreter hanım, bir misafir getirdi. Salih Bey’in ilk evliliğinden oğlu. Holding’de çalışan gözüküyor, ancak 40-50 gündür ilk defa tanışıyorum. Araba hastası, yok yarışta ikinci olmuş, yok Chevrolet arabasına modifiye için şöyle para harcamış, arkadaşlarıyla arabalarını burun buruna çarpıştırıyor, kaybeden her iki arabayı tamir ettiriyor, yarışı kim nasıl kazanıyor anlamış değilim. Finalde de karşı cins için biraz paraya ihtiyaç olduğu gündeme gelirdi. Ben “Muhasebe ile ilgilenmiyorum” dediğimde, “Muhasebe Müdürü sizin izninizi istedi” cevabıyla konuya dahil oldum. Muhasebe’yi aradım. “Efendim, bu pazartesi’den itibaren ödemelere siz izin vereceksiniz, sizin izniniz gerekecek, Salih Bey böyle söyledi” demesin mi? “Beni bugün bırak, yarın konuşalım” dedim. Oğul kapıdan çıkınca soluğu Salih Bey’in odasında aldım. “Nadir’ciğim, bankalarda sıkıntılı bir durum oluştu, bu nedenle muhasebe sana bağlı olsun ödemeleri sıkı tut” demesiyle parayı oğlana vermeyeceğimi anladım.

Ertesi günü odamda benden önce sendika yetkililerini ve Meksan’ın sendika temsilcisini, Salih bey benim odama oturtturmuş, adamlar içeride sekretere soruyorum, “konu hakkında bilgin var mı?” diyorum. Maaşlarını alamadıklarını söylüyor, dünyadan haberim yok. Odaya giriyorum, ben zaten gönülden emekçilere, çalışanlara bağlıyım ya, bana çözüm yolları getirmelerini istiyorum. Haftalık 50-100 TL gibi bir parayı ve hafta sonu da basit bir erzak torbasını talep ediyorlar, kimse bana böyle sıkıntılardan söz etmemişti, uzlaşıyorum. 350 işçi ve çalışan var. Erzaklar ve harçlık 40-50.000.000.000 TL tutuyor, toptancılarla konuşturuyorum. Fabrika sakinleşiyor. 21 günlük gıda çekleri veriliyor, ücret alamayan işçiler susuyor, sakinleşiyorlar.

Takip eden hafta bina içindeyim, beni acele arattırıyorlar, Salih Bey’in yanına geliyorum. Odada daha önce Çekmece’deki Alarko2000 konutları için Alarko ile birlikte Salih Bey’in arsasını alan adamlar var, üçü de mühendis, şirketin adı Simpaş. Onlar oturuyorlar, bir de güneş gözlüğü ile oturan, saçları arkaya taranmış bir adam var. Salih beye önceden söylemişim, bu Simpaş’ın adamları tarikatçı falan diyorum. O da “boş ver, bize ne, biz işimize bakalım” demişti. Yine aynı adamlar, herhalde işler sıkıntılı ya, Salih bey bir arsa daha satıyor diye düşünüyorum, Milyarlar havada uçuşuyor, ancak işçiye para yok, birer torba erzak var.

Odadaki gözlüklü adama (o zamanlar Metin Milli diye bir şarkıcı var, aynı o) beni tanıtıyor. Nadir Elibol, genel koordinatörümüz falan diyor. Salih bey anlatmaya devam ediyor. Adam umursamaz bakışlarla, “Kurtköy-Pendik arasında sizin küçük parsel var ya, oradan Karadeniz’e kadar içinde beş köy olan arazi benim, bir havaalanı projelendiriliyor, adı Sabiha Gökçen, ben de devlete 30-35.000 dönüm bağışladım. TEM’e yakın araziniz için sizinle birlikte hareket edersek, arkadaşlar da (Simpaşı kastediyor) yararlanabilirler” diyor. “Ne diyor bu, dolandırıcı mı?” diye düşünüyorum. Simpaş’cılar ve Salih Efendi oturuyor, sürekli anlatılanları tasdik ediyorlar. Adam 20’den fazla herhalde “Mülkiye’den beri hiç çalışmadım” demesin mi?

Salih beyle göz göze geldik. “Kaç mezunusunuz?” diye Mülkiyeli olup hiç çalışmamış ya, pek ciddiye almaz şekilde sordum. 1969 mu, 1971 mi? Cevabıyla, toplantıyı gözlüklü ile ben karşılıklı dialoğa çevirdik, Adınız neydi? “Kemal Derinkök” Hiç duymamışım, demek ki ben girerken o çıkmış, “Ne iş yapıyorsun?” karşı sorular, kartını uzattı. Kart metal gibi, ince bir metal, ancak isim kısmı kabartılmış, adres madres yok. Diğerlerine verdi mi bilmem ama sonra bunun ince bir altın levha olduğunu anladım. Gün sonunda iş, “Nadir’ciğim” ve “Kemal Abi’ye” dönüştü. Paris’te traş olmaya, özel uçak kiralamaya, bonfile için restoran tarifine, Midyecinin meşhur şarabına dönerek, toplantı bitti. “Bana ulaş Nadir’ciğim” dedi ve adam gitti.

Kemal Derinkök Türkiye’nin en zengin toprak sahibi idi, dedelerinden, Osmanlı tapularıyla Pendik, Kurtköy mevkileri (Bugünkü Sabiha Gökçen Havalimanı arazilerinin de bağışlanan bir kısmı) Karadeniz kıyısına kadar, inanılmaz bir alanın tek sahibi idi.

Salih bey, Simpaşcılara “ben hallederim, bu iş tamam” dedi ve adamları gönderdi. Başbaşa kaldık. “Nadir, Kartal, Pendik’ten Karadeniz kıyısına kadar alan bu adamın, biliyor musun? Bunlara satarsa, benim arsada para edecek, hadi seni göreyim” dedi. Arsa satıldı, kasaya para girdi.

Artık ödemeler için (muhtelif ödemeler gibi) erzak aldığımız firmaların çek bedellerini de hazırladık. Ben de rahatlıkla sendikacılara maaşların ödenebileceğini, toptancılara da erzak bedelinin çeklerini de ödeyebildiğimizi müjdeledim. Meksan rahatladı diyerek yine dereyi görmeden paçanın sıvanmayacağını öğrenecektim, çünkü birkaç gün sonra toptancılar çekleri ile benim kapımın önünde toplanmışlardı. Odaya onları aldım, (birkaç gün önce ödeme için parayı ayırdık ya) muhasebeyi aradım ve ödeme yapmalarını söyledim. “Para yok” denildiğinde arkasını dinleyememiştim. “Salih bey ödemeyin” dedi, denilince “Nasıl? Neden?” falan dedikten sonra, odadakileri çıkardım. Salih Bey’in odasına gittim, yoktu.

Gece hiç uyuyamadığım için ertesi günü çok gergin binaya gelmiştim. Öğlen oldu, Salih bey yine gelmemişti. Neyse geldi, soluğu odasında aldım. “Nasıl olur?” falan filan diyorum, dinledi “s..tir et, işçi değil mi? Sen işine bak, ben hallederim” dediğinde, odadan çıkarken “odayı boşaltıyorum” dedim. Odayı boşalttım, evde de valizi topladım. Ankara’ya otobüs bileti aldım, bir de mektup yazdım. Mektubun bir fotokopisini saklamak için aldım, Salih beye “eyvallah” dedim.

Ben, milyon dolar paramı kaybederken, tebessüm etmeye çalışıp, 300-400.000.-$ borcumu da ödemek için kendimi satarken, başka birisinin farklı pencereden aynı olaya farklı bir bakışı olabileceğini öğrenmek için, üç dört ayımı Meksan’da harcamış oldum. Bazı büyük iş adamlarının ne şekilde, nerelere geldiğini öğrenmiş oldum.

Birkaç ay süren bu maceradan sonra Ankara yolunda otobüste gözümü yukarı çevirmiş, Yücelerin Yücesine sağ gözümü kırparak, “Senin de bir planın vardır” dedim, tekrar Ankara’ya ofisime dönmüştüm.

Bu arada Yahya bey ile hurda demir işini gerçekleştirmiştim ya; ondan da hiçbir para isteyemedim, dostluğumuzu sürdürdüm. Ben yeni maceralar ile kendi yoluma devam ettim.

Nadir Elibol

08.03.2018

Comments are closed.