Korku ve İman


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Her şeyin yaratını ve hakimi olan, Yüce Yaratan’ın gücü ve egemenliğini düşünün, “var ol” dediğinde her şey oluyor, “yok ol” dediğinde canlılık sona eriyor, cansız dediğimiz taş, toprak, denizler, nehirler de oluyor ve sonra yokoluyor.

Yüce Varlık’ın yalnızca “ol” demesine bağlı olarak insan yaşamı tanımlanırken ve “olma” demesiyle, ölümün ifade edildiği , bu ikisinin aralığında da Yaratanın hakimiyetini gösteriyor olmalıdır. O halde insan yaşamının başlangıç ve sonunun hakimi yüce yaratan, neden bu aralıkta yarattığı insanla ilişki halinde oluyor? Ona kader, sevinç, korku yaratılıyor? Zaten başlangıçta, bitişte onun elinde ise, ilişki aralığında neden insan ile birlikte olmaya ve bulunmaya ihtiyaç vardır? “Ol” der, olur, “bitti” der biter. Bu yaşam aralığında gizli bir güç gösterisinin olduğu, bununla da insanın tehdit edildiği, hafifçe korkutulduğu veya korkutulması gerektiği ortaya çıkıyor gibi.

Her şeyin hakimi, başlatan ve bitireni neden insan yaşamında etkisini veya hakimiyetini göstermek istesin? Yaratanın buna ihtiyacı mı var?

Onun adına, onun söylediklerini yazdıkları veya aktardıklarını söyleyenlerin, bu aralığa dahil olması muhtemel gözüküyor. Gerçekten Yüce Varlığın buna ihtiyacı yoktur. Yöneten ve ruhbanlar insanları kontrol altında ve etkileri altında tutabilmek için bu yaşam aralığında kendilerinin bulunması gerektiğini düşünmüşlerdir. Zaten her şeyi bilenin, her şeyi bildiğini söyleyerek insanı korkutması gerekir mi? Hayır! Görür, izler, o anda gerekirse bitirir değil mi? Yüce Varlık neden insan yaşamında onu etkilemeye veya yönlendirmeye çalışsın?

Anlaşılan insanın yaşamını kullanan, değerlendirenler, düzenleyenler, yararlananlar; insanın yaşam sürecine dahil olmak istemişlerdir.

Yüce yaratan neden “yap” desin? Neden “yapma” desin? Neden bazı yasaklar koysun? İsterse göstermez, anlamasını engeller, öğrenmesine mani olur, algısını kapatır “yapma” demeye gerek kalmaz. Tersine bir durumda da “yap” dediklerini, onun anlamasını sağlayacak, algı ve düşünce yaratarak ona yaptırabilir.

Şimdi “yap” veya “yapma” kurallarını kimin koyduğu hatta, uydurduğu ortada. Birilerinin Yüce Varlık adına böyle veya şöyle dediği çok açık ortada. Bunu en etkin kılmanın yolu korku yaratmakla mümkün olacaktır, “bir şeyleri yap” veya “bazılarını yapma” diyerek kurallar koyarak olacaktır, bence onlar da öyle yapmıştır.

Sümer tabletlerinin büyük araştırmacısı George Smith’in dediği gibi, kutsal kitaplarda yer alan pek çok hikayenin, daha önce Sümer Tabletleri’nde yazılmış olduğunu görmesiyle, “kutsal kitapların başlangıcı bulunamasa da, bunlar uzun bir zincirin sadece son birkaç halkasıdır” demesiyle, bu “yap” veya “yapma”nın halkın üzerinde korku oluşturmak için kitaplara Tanrı tarafından değil, yönetenler ve ruhbanlar tarafından konulduğu artık bilinmektedir.

Sümerlerin İstanbul Şarki Eserler Müzesi’nde “SU-İL-LA” büyü metninde;

“3- Tanrıların aşılmayan yemin dairesi

5-Göğün ve yerin değiştirilemeyen yemin dairesi

7-Tanrı tek’dir ve değiştirilemez

9-Tanrı ve insan birbirlerinden çözülmezler, ayrılmazlar”

Denilince; Tanrı’nın insandan farklı, biraz da üstün, biraz da ulaşılamaz olduğu anlatılıyordu. Çünkü şehir devletleri kurulmuş, insanlar şehirleri oluşturmuş, güçlü ve egemen olmak isteyen önderler de bunları yazarak insanları, bir yöneten ile ikna etmeye çalışmıştır.

Mısırlıların M.S.1.yy’da yazılan “Nas Papirüs”lerinde “Suçsuzluk taahhüdü” başlığında;

“Çalmayacağım,

Zina etmeyeceğim,

Öldürmeyeceğim,

Yalan yere emin etmeyeceğim,

Yalan söylemeyeceğim,”

Bunlar neden önemli biliyor musunuz? Çalabilecek yoksullukta, öldürebilecek zorunlulukta, kendisine ait olmayan bir kadınla veya erkekle birlikte olmak istediğinde, varlığı olmadığı için arada bir yalan söyleyebilecek durumda olana ait olmalı bu sözler, değil mi? Bu nedenle; bu Sümer Tabletleriyle, Tanrı ve insan farklı gibi gösterildiğinden, kurallar devam ettirilmiş, insanlara bunlar söylettirilmiştir.

Şimdi dikkatli olun! Tanrı talimat vermiyor ki; insan, birilerine karşı, yönetenlere karşı çalmayacağını, zina etmeyeceğini, öldürmeyeceğini, yalan söylemeyeceğini ifade ediyor, bunun Tanrı ile hiç ilgisi yok, Tanrı, yani her şeyi başlatan, her şeyi bitiren, çalmayı ne yapsın? Çalma veya çalıntı ile ne yapsın? Çalma ile Tanrı’nın ne işi olabilir? Tanrı zinadan ne anlar? Zaten öldürme onun asli görevi, o zaten yalanı ve doğruyu bilmektedir. Taahhüt veya Yeminle ilgilenmez ki, bunlarla Yüce Yaratanın ilgisi olamaz ki, bunları, bu kuralları o koyamaz ki; kim koyar? “Yapma” diyenler değil mi? Peki! Kim, kime yapma der? Yöneten, yönetilene değil mi?

Şimdi bu söylenenler, Yüce Yaratan’ın değil sanki yönetenlerin, ruhbanların yönetilenler için tasarımı gibi gözüküyor değil mi? Buna biraz tanrısal güç katmak gerektiğini gören yönetenler ve ruhbanlar bu beş maddeye 4-5 madde daha ekleme ihtiyacını görmüşler, 613 emir ihtiva eden Tevrat’ın ilk 10 emri için beş emir daha eklenmiş, sanki bu kurallara Tanrı söylemiş havasını oluşturmak istemişlerdir.

“Tanrın benim,

Put yapmayacaksın,

Rabbi adını ağzına almayacaksın,

Şabat gününü unutma”

Demişlerdir.

İşte kurallar sanki Tanrı tarafından böyle ortaya konulmuş oldu.

Kur’an da bu benzer emirlere İSRA 17nci surede rastlanıyor.

23-Rabbin sadece kendisine kulluk etmemizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti,

26-Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver,

29-Eli sıkı olma,

31-……. Çocuklarınızın canına kıymayın. Onları öldürmek gerecekten büyük bir suçtur.

32-Zinaya yaklaşmayın

33- Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın.

34-Yetimin malına yaklaşmayın, verdiğiniz sözü de yerine getirin.

35-Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın.

36- hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme,

37-Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma,

39-Allah ile birlikte başka ilah edinme.

Bu kurallar, kimin için konuluyor ve yüce yaratanın bu kurallara uyulma veya uyulmama halinde ne yararı var? Kurallara uyacak olan insan, daha doğrusu yönetilen insan. Bunlar birlikte yaşamanın şartları, olması gereken ve yapılması istenilen şeyler; Demek ki; yapılmasını isteyen birilerinin olması gerekiyor değil mi? Yönetenin koyduğu kurallar olduğu artık çok açık anlaşılabiliyor.

Yöneten kendisinin de olayların içinde olduğuna inandırmak için bir iki kuralı da kendisi için uyarlamıştır. Mesela “yeryüzünde böbürlenerek dolaşma” halkın böyle bir özelliği olamayacağına göre böbürlenen yalnızca yöneten olacağından yöneten veya ruhbanlar kendilerinin varlığını da kurallar da hem böyle göstermiş, hatırlamış, sanki, sıralamış gibi oluyorlar değil mi? Sonra ekliyorlar, “Allah ile birlikte başka ilah edinme” bu kuralı da tehdit olarak, korkutma amaçlı, Yüce Yaratanın sanki herkese bu sözleri söylediğini göstermek için yazmış gibi gözüküyorlar.

Düşünsenize, Yüce Yaratan, her şeyin başlatanı bitireni başka bir ilah olsun, olmasın onunla ilgilenir mi? “Ol” der olur, “yok ol” der kaybolur. Tanrı’nın kendisine rakip olacak varlığı düşünmesi olamaz ki, o zaten tek ve egemendir.

Pek çok kişinin işaretleri ortak kullanması, bilginin insana öğretilmesi, pek çok kişinin yazıyı bilmesi, bilginin böylece yayılması, yönetenin ve ruhbanın içine halktan bazılarının okullar vasıtasıyla dahil edilmesi nedeniyle, egemenliğin paylaşılmasının yolu açılmıştır. Sonuçta konulmuş kurallara bu kez cezalar getirilmesi, yönetilenin korkutulması gerekliliği ve zorunluluğuna ihtiyaç duyulmuştur.

Peki! İlk zamanlar bu kurallara “uy” denilirken, “uymama” hali daha önce neden unutuldu? Hayır ! Unutulmadı. Kurallara uymama halinde, cezayı da ruhban ve yöneticiler bir sonraki aşamada oluşturdular.

Hani! Tufan hikayesinin Tevrat’ta yazılı bir öykü olmadığı, Babil Gılgamış Destanı’nın 11nci tableti George Smith tarafından 1872 yılında bulununca, Tevrat’ın Dünyanın ilk ve en eski kutsal kitap olmadığı ortaya konulunca, yazılı kuralların nasıl geliştiği kolayca anlaşılmıştır.

Sümerlerin Tufan tabletlerinde tanrıları konuşturuyorlar ki; insanlar inansın diye…

İlk kurnaz kral Ziusudra; dindar, tanrı korkusu bilen, rüyasında devamlı tanrısal bildirmeler (vahiyler) olan bir kraldı. Bir gün tanrıları dinlediğini söylererek, korku tohumlarını attı.

“Sol tarafımdaki duvarda durarak…

Duvardan sana bir söz söyleyeceğim, sözümü tut,

Kulak ver benim söylediklerime,

Bizden… bir tufan kült merkezlerini kaplayacak,

İnsanlığın tohumunu yok ederek…

Tanrılar meclisinin sözü kararıdır.

An ve Enlil’in emreden sözüyle,

Krallığı, hükümdarlığı son bulacaktır.”

İşte ilk tehdit ve yaratacağı korku da böyle oluşturuldu.

Tevrat Yaradılış 6.Bab;

“5-Rab baktı, yeryüzünde insanın kötülüğü çok, aklı fikri hep kötülükte,

6- İnsanı yarattığına pişman oldu, yüreği(?) sızladı,

7-Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım, çünkü onları yarattığıma pişman oldum.

12-….Çünkü insanlar yoldan çıkmıştı,

13- Tanrı Nuh’a insanlığa son vereceğim dedi.

Diye anlatıldı, yönetilenleri bir korku kapladı. Yaratılan korku ile birlikte merhamet ve affedicilikte gerekiyordu.

17-Yeryüzüne tufan göndereceğim, göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek.

18-Ama seninle bir antlaşma yapacağım. Oğulların, karın ve gelinlerinle birlikte gemiye bin” seni bana itiat edersen kurtaracağım,”

Diyerek benzerini anlatıverdi.

Sümerlerin ve Tevrat’ın tufan hikayesi Kur’an-ı Kerim’de Hud 11nci sure 36-49ncu ayetlerinde şöyle yer almıştır.

“37-…zulmedenler için bana affedilmelerini söyleme, çünkü onlar mutlaka suda boğulacaklardır.

44- Kafirler boğulduktan sonra (herhalde inanmayanlar)… su çekildi ve iş bitirildi, gemide Cudi dağı’nın üzerinde durdu,

48- Denildi ki, Ey Nuh! Sana ve gemide seninle beraber bulunanlardan türeyecek ümmetlere bizden bir selamet ve bereketle gemiden in,”

Denilerek, bu olayda kafirler boğularak ölürken, affedilmiş, selamete ve berekete erdirilmiş birkaç imanlı insanın kurtarıldığı ifade edilmiş, ancak bu işlerle ilgisi olmayan tüm canlılar, çocuklar konu dışı bırakılmış, yalnızca yetişkin insanlar anlatılmıştır.

El-Kamer 54ncü surede ayet

“13-Biz Nuh peygamberi, iman edenlerle birlikte ağaçtan yapılmış çivi ile çakılmış bir gemiye bindirdik,”

Denilerek, iman eden ve iman etmeyeni ayırarak (yönetilenler kurallara uyanlar ve uymayanlar şeklinde ayrılmış) iman etmeyenlere (kurallara uymayanları) verilen korku ile iman edenlere (kurallara uyanlara) itaat edenlere de huzur sağlanmıştır. Açık veya kapalı şekilde ödüllendirme veya cezalandırma anlatılmış, böylece yönetime itaat edenlerin çoğalması sağlanmıştır.

Dünyayı yaratan, kadir-i mutlak olan ve ebedi olan, inkar edilemez, ancak bilinemez Tanrı kavramı İSA’ya kadar bu şekilde sürdü. Yeni ruhbanlar Hıristiyanlık ile insana benzer, hem insan, hem tanrı sıfatı olan, kusursuz bir insan şekliyle, ayrıca bir kavme ait olmayan, herkesin olan ve hoş davranışlarıyla insani yanıyla yeni bir Tanrı tasarladılar. Artık korkutan Tanrı yoktu, insanlar bunu çok beğendiler, akın akın Hıristiyan oldular, Musevileri Tevratları ile baş başa bıraktılar.

Ancak bir süre sonra, Tanrısal olan insan neden hata yapıyordu? Neden böyle yapıyor? Diyen sorularla “insan tanrı”da şüpheler oluştu. Korku ortadan kalktı, çünkü tanrı da aynı insan gibi idi, insan fazla özgür kalmıştı ve korkusuz olmuştu, ipler yönetenden kaçıyordu.

Bu boşluğu hemen İslamiyet doldurdu. “Kork, inan ve iman et” dedi. Her şeyi düzenleyene itaatı ve imanı şart koştu. Hıristiyanlığın ölüm sonrası mesihleri dirildiğinde onlar Arafat’ta olacağı için, Dünya yaşamlarında sıkıntı bir yaşamları olsa bile onlar için Arafat’ta yeni bir umut vardı. Davut’un “Tanrı devleti”nde özgür ve mutlu olacakları anlatılıyordu. İslamiyet buna son verdi, orada yani Arafat’ta artık kıyameti beklemeye gerek yoktu ve gerekmiyordu. Hıristiyanların Tanrı devleti ile anlatılan cennet hikayesine yeni bir boyut getirildi. Hani, Yunan’da “Hades” olarak gördüğümüz, Mısır’da yeraltı tanrısının mekanını oluşturularak, cehennem yaratılmıştı ya, ölümden sonra hemen cennete gidiş veya cehennem korkusuyla artık insanlar telaş ve korkuya kapılmışlar, korku yüreklere işlenmiş ve bu kez, cennet için iman etme taahhüdü getirilmiş oldu.

11-12nci yy’da, korku ile iman ettirilen Hıristiyan ve Yahudiler yeni gelişen İslamiyetin cehennem kavramı karşısında, onlar da Tanrı’ya, peygamberlere, Dünya’da ve kurtarıcının (kıyamette) yaratacağı mesihe inanmaları ve iman etmeleri anlatılmaya başlandı. Çünkü onlar da ancak korku ile iman halinin oluşabileceğini öğrenmişlerdi.

12.yy’da Zohar’da Musevilik’te ölülerin dirileceği, ilahi adaletin mutlak gerçekleşeceğini, daha önce kızgın ve cezalandıran tanrıların, şimdi merhametle onları ödüllendirebileceğini ortaya attılar.

13.yy’da Haçlı seferleriyle Hıristiyan Müslüman ilişkileri artınca, Hıristiyanlık içinde bulunduğu boşluğu gidermek için İslamiyetteki gibi, Musa ve diğer peygamberlerin tanrı tarafından gönderildiğini, söylemeye başladılar. Hele, Kur’an’ın vahiy yoluyla Tanrı tarafından Muhammed’e verildiğini öğrenince de; M.Ö.1280 ve M.S.1250 arasında ancak tamamlanabilen Museviliğin TORA’sında, Tora’nın da Musa’ya Tanrı tarafından verildiğinin hakikat olduğunu söyleyiverdiler.

13.yy’da Muhammed; Mekke’de “Kabe”ye “Tanrının Evi” demişti ya, Museviler de 14.yy.da Kudüs’teki kutsal BET-HA MİKDAS’ı “Süleyman Mabedi”ni “Tanrının Meskeni” veya “Rabbin Evi” olarak anlatmaya başladılar.

Musevilik ve Müslümanlık korku ile imana ağırlık verince; Müslümanlık, ikinci, üçüncü yüzyıl içinde insanlar üzerinde fevkalade etkili oldu, Afrika ve Hıristiyan toprağı Avrupa’ya kadar yayıldı.

Bu kez, 15.yy’da insanlık tarihinde ilginç şeyler oldu! Rönesans ve ardından reform, insanın imanını sorgulamaya, insanın da araştırarak, aklını zorlayarak ve daima her şeyin değişeceği görüşüyle, merak ve şüphe üzerine, ruhban ve yönetenlerin insan üzerindeki hakimiyetine ve insanın korkusuna son verdiler. Aydınlanma dönemi başladı, korku yok oldu, tanrı ile insan arasında sevgi, hoşgörü ve anlayış gelişti.

Ancak, bu kez, Museviler, TORA’da “BU pasuğu tam anlamıyla çeviren, metni yanlış sunmuş olur, diğer yandan kendisinden (anlam) eklemesi yapan kişi ise TORA’ya küfür eder.” “Tanrı, Tora buyruklarına uyanları mükafatlandırır, uymayanları cezalandırır.” (Talmud-Kiduşin 49/a Tes-fra-Megila 3:21) diyerek, Müslümanlar gibi kutsal kitabın okunarak anlaşılamayacağı, kitabın hem zahiri, hem de batıni anlamı olduğu görüşünü işlediler. Sorgulamayı, merakı ortadan kaldırıp, yeniden korkuyu arttırdılar, insanları imana zorladılar. Hem TORA’nın, hem KUR’AN’ın ilahi bir din olduğunu ve hem de değiştirilemez kuralları olduğunu ileri sürerek, korku sayesinde imanı arttırıp, konulmuş kuralları korumaya çalıştılar.

Bu arada Hıristiyanlık kan kaybediyordu, “Spinoza” yetişti. “Tanrı her yerde bulunur, yüce otorite ve kudret sahibidir, insanlar tanrıya itaat ve itikatte olmalıdır” diyerek, kurnaz aklıyla, Tanrı’nın kararları ve mantığını anlamada, insan aklının ve iradesinin yeterli ve özgür olamayacağını, insan aklıyla çözülemeyen sorunların da iman ile çözülebileceği, iman ile insanın algısının genişleyebileceğini, ancak bu kez aklının bu genişliğe müsait olmadığını, yetersiz olduğunu söyleyerek, zavallı Hıristiyana “Bu dünyadan sonraki yaşama hazırlık yapın, göklerdeki krallığımda huzur bulacaksınız” sözleriyle, onları imana yönlendirdi. Akıllı hıristiyanlara da iman edersen “Yeryüzünde de gökteki gibi olacaksın” diyerek onları imana hazırladılar. İman her şeyi sağlayacaktı.

Müslümanlıkta yaşayan insana itaat sağlamak için “Bu dünyanın size ait olduğunu, ama sizin olmadığını unutmayın” diyerek, hem iman ile mal, mülk ve yaşamı garantiye almış, hem de korku ile boyun eğmelerini sağlamıştı.

Ancak 20.yy’da görüldü ki, korku ile imanı şekillendirmek pek kolay olmayacaktı. Her üç inanç sisteminin, yeni bir şey yaratması gerekiyordu. Korkudan kaynaklı imanı hemen değiştirdiler. “İtiat ve itikat insan mutluluk verir” deniliverdi. Ancak küçük bir eksiklik kalmıştı, yapılmış hatalar veya kurallara uymama hali olursa, bu iş nasıl çözülecekti? Bu kez Tanrı’ya teslim olan, “tövbe eden”in korkmasının gerekmediği, anlatılmaya başlandı. Zaten günah çıkarma ile Hıristiyanlar bu işi daha önce çözmüşlerdi, artık Müslüman da(Ramazan’ın 15 gün öncesinde Berat Kandili), Musevi de (Yom Kipur gecesi) tövbe ile her şeyi yapabilecek, her hareketini, her işini ve her düşüncesini tövbe ile halledecek, bu dünya da veya gideceği yerde karşısına çıkacak istemediği şeylerden etkilenmeyecek ve kurtulabilecekti. Artık inananlar rahatlamıştı.

İşte! Yöneten ve ruhbanlar hem kendilerine, hem de diğer akıllı ve bilen insanlara, korku üzerine oluşturulan imandan vazgeçirerek, korkusuzca insanın alıp çalıp kaçabilmesine, mal ve mülkle varlıklarını arttırabilmelerine, tövbe ile imkan verdiler. “Tövbe tanrım, affet beni” sözleriyle kapitalizmin yükselişini hızlandırdılar. Zavallı, yoksul, cahil veya aptal insanlar da “Tanrım sana inanıyorum, senin ipine sarıldım” diyerek, yalvarma ve mırıltılarıyla, gerçekleşmeyecek umutlarıyla, korkarak ve yönetenlerine itaat ederek, tövbe etme fırsatı bile olmadan, bilmedikleri yarınlara bakmaya devam ettiler.

Nadir Elibol

Ankara, 04 Nisan 2020

Corona Günleri

KAYNAKÇA

  1. “TORA” I.Kitap Bereşit (538 sf.) 2002 Eylül.

II.Kitap Şemot (633 sf.) 2007 Kasım.

III. Kitap Vayikra (903 sf.) 2010 Mayıs

IV.Kitap Bamidbar 823 sf. 2007 Mayıs

V.Kitap Devarim 1037 sf. 2009 Temmuz

Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş. İstanbul

  1. Kutsal Kitap – (Eski ve yeni antlaşma-Tevrat-Zebur-incil) yayıncı kitabı Mukaddes şirketi, İstanbul (3.Basım), Mart 2003 (Syf.1627)
  2. Tevrat – çeviri Dr.Jur.Hakkı Demirel, İstent Antuan Kilisesi satımı, İstanbul 2000 (syf.253)
  3. İncil – Yeni Yaşam yayınları, İstanbul 3. Basım Aralık 1996 (Syf.604)
  4. Kur’an- Suudi Arabistan Krallığı, Medine-Münevvere 1987 (syf.603)
  5. Tevrat, İnciller ve Kur’an yazar Maurice Bucaille çeviri Mehmet Ali Sönmez, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2001 7.baskı (syf.386)
  6. “TALMUD Nedir?” Rabbi Aaron Parry Çeviri Estreya Seval Vali 2005 Kasım, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş. İstanbul 337 sf.
  7. Yahudilikte Kavram ve Değerler, Yusuf Altıntaş, Gözlem Gazetecilik Basın Yay. A.Ş. İstanbul 2001 Kasım 290 sf.
  8. Sümerler – yazarı Samuel Noah Kramer, çeviri Özcan Buze, kabalcı yayınevi İstanbul, 1.Basım, Eylül 2002 (syf.460 )
  9. Tarih Sümerde Başlar – yazarı Samuel Noah Kramer, çeviri Muazzez İlmiye Çığ, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1998 (syf.349)
  10. İnsanın Hikayesi – yazarı James C. Davis, çeviri Barış Bıçakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 1243, Haziran 2007 İstanbul (syf.478)
  11. İnancın En Güzel Tarihi – yazarlar Jean Bottero, Marc-Alain Ouaknin, Joseph Moingt, çeviri İsmet Birkan, İşbankası Kültür Yayınları 722/45, 1.Bakı Kasım 2003 İstanbul (syf.162)
  12. Evvel Zaman İçinde Mezopotamya – yazarlar Jean Bottera, Marie Joseph Steve, çeviri Anita Tatlıer, Yapı Kredi Bankası yayınları, 2004
  13. Kardeşim SEYHUN TUNAŞAR

Comments are closed.