Kooperatifçi


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

1989 yaz sonu, çok yoğun bir çalışma içindeyim. Hayali ihracat soruşturmam bayağı ilerlemiş, masanın üstü, koltukların üstü derken; beyannameler dolapların üstünden , bu kez yerlere taşmıştı. Odanın içinde küçük bir koridor oluşmuştu, masama ulaşmak için, misafir için yalnızca önümdeki koltuğun üstü boş kalmıştı, ikinci veya üçüncü kişi yakın arkadaş ve dost ise koltukların kollarına oturuyordu. Çok önemli biri gelince de yakın koltukların üstündekiler, bir diğerine geçici aktarılıyordu.

Alışmıştım, bütün Türkiye’nin gümrüklerinde grup grup dosyalarla, belgelerle oturuyordum, her gelen yeni bilgi, hemen ilgili dosyaya kolayca eklenebiliyor, koltukların üzerine veya yerlere yerleştiriliyordu.

Nefes alamıyordum, ama bu soruşturmanın iyi sonuç yaratacağını, ülke siyasetini etkileyeceğini, benim yaşamımı değiştireceğini, henüz fark etmiyordum, ama tam gaz gidiyordum.

Sabah hemen kahve, sigara ve bir iki komşu odanın sabah gevezeliğinden sonra, aralıksız çalışmaya başlıyor, telefonlara bile çıkmıyordum. Sekreterim Gönül hanım çok önemli ise bağlıyordu. Soruşturmanın yoğunluğunun farkında idi.

“Efendim, bir bey yetkili ile görüşmek istiyorum” dediğinde, sabahın erken saatinde bulunana en kıdemli benim, “Ne imiş, kimmiş?” dediğimde “Çok önemli, bir yetkiliye söyleyebilirim” dediğini aktardı, ben de hemen önemli bir ihbarcı herhalde diyerek, atladım. “Gelsin!” dedim.

Odanın kapısındaki tık tık sesinden sonra kapı açıldı. Kasketli bir adam, kasketini çıkararak “Günaydın Nadir bey” diye içeri girdi, dosyaların arasından atlayarak, boş koltuğa oturdu. Ben adamı izliyorum. Önce “benim soruşturmamla ilgili herhalde baksana ismimi bile biliyor” diyorum. Konuşmanın ileri aşamasında kapıdaki yazılı isim tabelasını okuduğunu ancak düşünebiliyorum.

“Buyrun, sizi dinliyorum” derken, yakına koyduğum daktiloyu önüme çekiyorum. Pelur kağıdı arıyorum.

“Komşum, ben Saman Pazarı’nda kasabım, bir yapı kooperatifi kurduk, sizin gibi değerli komşu abilerimizin de, bize üye olmasını istiyoruz, bu amaçla geldim” demesin mi? Sabah sabah “Ulan bu manyağı kovayım” diyorum ama “adamdaki medeni cesarete bak, hani kooperatiflere vitrin olsun diye paşa, doktor, genel müdür koyarlar ya, adam da müfettiş koyacak uyanık” diyorum. Kovmadan, çay, ikram edip gönderiyorum.

Müfettiş arkadaşlar ifade aldığımı sanarak, odadaki sesleri duyup, içeri girmemişlerdi ya, adam çıkınca, ikisi üçü odaya doluştular.

İlk sorum “kimin evi var” oldu. Ben dahil hiçbirinin evi yoktu, 14 senelik müfettiştim. Lojmanda oturduğum halde bir ev alamamıştım. “Arkadaşlar hemen bugün Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Karayalçın’a gidip, bir arsa istiyoruz, para toplayıp arsa sahibi oluyoruz, sonra da ev yaptırırız” dedim.

Ben ve İsmet Erdoğan hem Çankaya Belediye Başkanı Sn. Doğan Taşdelen, hem de Sn. Murat Karayalçın’ın arkadaşlarıyız, ayrıca Murat Karayalçın Mülkiye’den abimiz. Mülkiyeli Maliye, Gümrük ve Ticaret Müfettişi birkaç sınıf arkadaşımı aradım. Karayalçın’ı ziyarete gittik. Ben Samanpazarı hikayesini anlattım.

“Lütfen abi bize bir arsa tahsis et” dedik. Halimize gülüştük. “Hemen bir kooperatif kurun, Timur abiye gidin, size bir arsa bulsun” dedi. Timur bey genel sekreter idi ve hepimizin abisi, 1959 mezun (öyle aklımda) bir Mülkiyeli idi.

İmar Müdürü, Fen İşleri, telefonlar ve bugün Cumhurbaşkanlığı’nın arkasında Yıldız denilen ve Turan Güneş Bulvarı’nın başı köşe arsayı tarif etti. (Bugün kamu lojmanları olan yer) Gittik, bir resmi araba bulundu. Yolu stabilize arsanın yakınına arabayı bıraktık, yürüyerek arsayı dolaşacağız. Ben öndeyim, ilk adımda ayakkabım çamura saplandı, ayakkabı çamura yapıştı kaldı, ben çorapla adım atmış oldum, anlıyor gibi sağa sola arkaya baktık, birer ikişer çamuru adımladık. Sağda solda gecekondular var, ben “Burası yaramaz” dedim. Çorap ve ayakkabı çamur ya, ben de Başmüfettişim ya, burada ne işimiz olabilir. Herkes önerimi başıyla tasdik etti. İşe döndük, ertesi günü Timur abinin yanındayız.

“Peki çocuklar, önceki dönem yapılan bir toplu konut alanı var, orada Yargıtaycılara verdiğimiz bir arsa var, 20 kişilik üye eksikleri bulunuyor gidip yere bakın, sizi üye yaptırayım” dedi. Soluğu uzun bir araba yolculuğu ile bugünkü Ümitköy’ü geçince gelen Çayyolu köyünün hemen çıkışında, dereyi geçince bir tepe arsaya geldik.

Öyle kolay değil, Eskişehir Yolu tek şerit, Ümitköy’de 8-10 bloktan oluşan bir yer var, geçince sola dönüyorsun. Bir iki km sonra bu blokların etraf tarla, yol köy yolu. Ümitköy’ü, arkadaşım Özden’in VW arabası ile geçtik, 500 m ileride Petrol Ofisi’ne geldik, yol bitti. 50-60 yaşlarında topluca bir köylü ama belli ki köyün zengini, iki mazot pompası olan tek göz oda bir istasyon “Neden geldiniz? Ne yapıyorsunuz? Buralardaki tarlalar benim” dedikten sonra, “Çayyolu Köyü’nü geçince derenin yanında bir arsa varmış, oraya bakacağız” dedik. İsmet abi, ben, Özden belki biri daha, “Osman ağa” (Bugünkü Osmanağa Konaklarının sahibi) güldü “Çay içelim, ben traktörle götürürüm” dedi. Anlayın durumu. Özden biz gideriz falan diyor, adam ısrar ediyor. Çayyolu Köyü’ne geldik, koyun, inek, tavuk ve bitiminde şahane bir dere, küçük ama tertemiz. Araba dereyi geçemedi, döndük geriye traktör römorkunda o güzel tepeye ulaştık. Yol yok, Çayyolu toplu konut alanında 8-10 inşaat var. Birkaç kamyonun gidip gelebileceği dozerle açılmış yol karşımızda. Tepe üzerindeki arsadan Çayyolu Köyü ve Toplu Konut alanı gözüküyor, karşıda da köy mezarlığı…

Aramızda mezarlık üzerine biraz sohbet, arsa için hem olur, hem olmaz fikirleri uçuşuyor.

Yargıtay’da kooperatif başkanını buluyoruz. “Beyler Timur bey gönderdi ise, tabii ki sizi üye yaparız, ama kooperatif şu kadar hava parası isteriz” demesin mi? “Nasıl ama, çok, şöyle olmaz mı?” falan derken çıktık. Maaşımızın 8-10 katı para istiyor, “ama niye” diyoruz.

Olmadı! Doğru Timur abinin yanına gittik ve anlattık, hem olgun, hem tecrübeli sustu. İmar Müdürü ve oradan da “Metropol AŞ” adlı Çayyolu Toplu Konut Alanı’na bakan Belediyenin firmasına bizleri yönlendirdi. Ardından da ekledi, “toplu konut alanı, hazine alanına tecavüz etmiş, Maliye’deki bu ihtiyatlı arsanın sorununu çözün, o arsa sizindir” dedi.

İmar’dan, Metropol A.Ş.’den arsanın yerini gördük, Yargıtaycıların arsa mezarlığın bir tarafında bu yeni arsa mezarlığın diğer tarafında idi. Kamyonet gibi bir şeyle çıktık tam tepenin üstü ortasında piramit gibi birkaç kaya parçası var. Özden, ben, Vehbi (eniştem) oturduk, burada ev olur mu? Diye düşünmeye başladık. Artık Timur beye gidemezdik. Ertesi günlerde Müfettişlerle birer ikişer gittik yere razı olduk.

Sırada kooperatif kurmak vardı. Yedi kişi kooperatif kurduk, notere gittik adı ne olsun denildiğinde “çiçek miçek” olsun dedik, sorduk gül, var, sorduk menekşe, leylak var, az bulunur diye “kardelen” koyduk, elektronik ortam yok tabii, Ticaret Bakanlığı’nda benzer isim var denildi, “Kardelenler” yaptık yine birkaç gün sonra, bu isimde var denildi, bu kez sözleşme değişmesin diye “Kardelenler”e “imiz” ekledik, “kardelenlerimiz” dedik, bu kez tamam dediler kooperatifimizin adı “kardelenlerimiz” oldu.

Şimdi iş, “sorunu nasıl çözeceğiz” e sıra geldi.

Maliye Bakanlığı’na belediye yazışmaları ile gittik. Hesap uzmanı Fevzi Orakçal ve ben, Milli Emlak’a indik. Genel Müdür Yardımcısı Akın Anal ve Daire Başkanı Şakir Dorukkaya Milli Emlak’ta ilgili dosya çıkarıldı. Dosyayı Akın Anal inceledi, “Üzerinde Altınsoy yazılı bir kağıt var, 18031 parsel” Akın “hiçbir problem yok” dedi ancak altındaki bir ayrı dosyada 18032’de arsanın bir ucu 40cm, diğer ucu 140 cm hazine arazisine tecavüz etmiş, bu da Sn. Bakan’a arz edilirse çözülebilir” dedi, Akın’a ve Şakir’e “sizler de üye olun” dedik. Dosyadan bazı belgeler alarak belediye’ye geldik. 18031 arsayı Kardelenlerimiz’e tahsis ettiler, 18032 için de tutanak yapıldı. 40.000.000-TL para yatırıldı, çözülürse o da bizim olacaktı.

Metropol A.Ş.’ye dosya ve yazılarımızı verdik, bize orada çalışanlardan birinin akrabası olan bir müteahhidi önerdiler. Rahmetli Ahmet Bican Akyol (o zaman Bakanlık hukuk müşaviri idi) sözleşmeleri hazırladı. Yaklaşık 40 üyeyi tamamladık.

Tüm meslektaşlar ailelerimizle geldik. Bugün kü, sitemizin yeşil alanının ortasına (kurban keserek ) ilk temeli attık. İşçiler, çocuklarımız, eşlerimiz ve bizler o gün çok keyifli bir gün yaşadık.

Birkaç gün sonra Ahmet abi, Özden, İsmet Erdoğan bu gelişmeleri değerlendirirken, bu arada, Özden’in çalıştığı Meksan firmasında Mimar olan Nedim Ozaner adlı bir kişi var, Özden’in ofisindeyiz ya, onu da konuşmaya dahil ettik, “Arkadaşlar bizim 40’a yakın üyemiz var. 11 Blok 10’ar daireden (bloklar 5 katlı oluyor) 110 daire olacak, yeni üye alsak, 70 üye lazım, yeni üye alırsak, tanımadıklarımız üyeler aramıza girecek, hem beş katlı güzel olmuyor, aşağıda yapılan bir iki toplu konut binası askeri lojman gibi olmamış mı?” dedim. (Kooperatifçilikten anlamadığımızı sonradan ortaya çıakacaktı) Sohbet sonunda binaların 4 ve 5nci katlarını kesebileceğimize karar verdik, evler sevimli gözüksün istiyorduk. Böylece 11 blok 6 şar daireden 66 dairemiz olacaktı, bunları da ileride yeni üyelerle tamamlarız diye karar verdik.

Müteahhit ve artık bizim mimarımız olan Nedim Bey inşaat ruhsatlarıyla Belediye’nin yolunu tuttu. Binalar traşlandı. Bloklar 3 katlı olacaktı.

İnşaat devam ederken, bu kez müteahhidimiz Belediye ile kanka ya “Nadir Abi, binalar 98 m², eğer ön taraf salonlardan 40 cm dışarı çıkar ve arka taraflardan da 40-50 cm uzatırsak, bina 114 m² net alana dönüşür, vergisi de değişmez, toplu konut alanına da aykırı olmaz” dediğinde, ben hemen “inşaatı durduralım” dedim.

Mimarı projeler üzerinde değişiklik ve onay gerekiyordu, uzun zaman alacaktı, biz bugün 1 ve 9ncu blokların bulunduğu yerin kaya kırımı ile uğraşıyorduk, 3 ve 4. Blokun yeni çizimini Nedim beye yaptırdım, inşaata başlattım. “Ruhsat arkadan gelir” dedim. Tüm üyelerle hem fikir olduk, ancak tam ortada subasmanı çıkmış ilk temel attığımız blok duruyordu, o blok küçük kalmıştı. İlk yönetim kurulunda, Nedim beyin önerisiyle temelini ilk önce attığımız ortadaki bloku kaldırmak gerektiğine karar verdik. Bugünkü 1,2,3 ve 4 blokların paralelinde dört ayrı blok yapılacaktı. 5,6,7,8, gibi sıralanacak bloklar ile yine ona paralel 9,10,11 bloklardan maalesef 5,6ncı bloklardan temel atarak başlamıştık. Aksilik o ya, o zamanın 5’i yani bugünün 9ncu bloku da büyük kayaya denk gelince, Nedim bey “Abi bu blokun temelini yıkmak gerekir. Diğerleri 114 m² olacak bu 98 m² olacak, böyle olmaz” diye sohbetimizi geliştirdi.

Ortadaki bloklar başımıza dert olmuş, acelemiz bizi sıkıntıya sokmuş, zaten 66 üyeyi de tamamlayamamıştık. İki blok kaldırılırsa belki iş çözülecekti.

Özden’in desteğiyle, Nedim ve ben hemen “ortadaki bloku yıkalım, uçlardaki blokları yan çevirelim, ortada kalan 6. Ve 7. Blok (6’yı yıkarak ve 7’yi yapmayarak)ları kaldıralım, binaların yüzlerini birbirine çevirelim, ortada bir yeşil alan çıksın, blokları site haline getirelim” dedim. Öneride hem fikir olduk, Nedim bey bana hep Nadir bey derdi. Çok efendi ve kibar bir insandı, ben ise Mimarlıktan anlıyormuş gibi, hep kendisine itiraz ederdim. Bu kez Nedim itiraz ederek “Nadir bey, şu kısıma (yapılmayan projedeki 7.bloku göstererek) bir havuz yapalım” demesin mi? Ben hemen “yıkılacak bloku yeşil alan yapalım, burası da havuz olsun” dedim. Yönetim falan anlamam dedikse de, yönetimi ikna ettik. Şakir, Asım, Arif, Cahit Gökçelik korkunç para gerekir diyerek itiraz ettiler. Kooperatif üyeleri tam ortadan ikiye bölündü, havuz isteyenler 18-20, havuz istemeyenler 18-20, işe başlarken zora düşmüştük.

Başladık havuzcu aramaya, fiyatlar çizimler, havuzun yanına saunalar, jimnastik salonu, tuvaletler, bunların üstüne teras, öbür ucuna kazan dairesi, tesisat olağanüstü bir para çıktı, 250.000.-$ gibi bir bütçe hazırlandı.

Kavga döğüş, ikna turları, benim hatır gönül oyunlarım derken, olağan genel kurul, ardından olağanüstü genel kurul, ardından bir daha olağanüstü genel kurul sonrasında, siteden iki blokun yapılmamasına, bunun yerine bir yeşil alan ve bir havuz yapılmasına orta sırada yapılacak uçlardaki blokların yan çevrilmesine sanırım iki-üç oy farkla karar aldık.

Bu kararla Belediye’nin yolunu tuttuk, 4 ve 5nci katları yapmayabilirsiniz denildiğinde, iki bloku da yapmayacağım der demez kavga çıktı. İmar Müdürü sosyal demokrat, sıkı bir oğlandı. “Bana siz refahı arttıracağım derken, bu alanda 10’larca insanın konut sahibi olmasını engelliyorsunuz, siz ne biçim partilisiniz” demesin mi? Partiliydin, partisizdine işi getirmeden, “Peki %10 hakkımız varsa bir bloku yapmayalım o halde dedim. Anlaştık, tokalaştık, projeler onaya verildi. Bu arada 40’ar cm büyümeden hiç söz etmiyoruz. Belediyeden ayrıldık, kendi aramızda bu iş tam istediğimiz gibi olmadığına mutabık kaldık, müteahhidin belediyedeki bir arkadaşı durumu anlattığımızda, Belediye encümenine konuyu getirin dedi. Yeni yapılan protokol ve sözleşmeleri ekleyerek başvurduk. Çok akıllı ve tecrübeli mimar bir beyefendi, toplantı öncesinde Özden ile beni çağırdı ve “Belediyenin tarihinde böyle bir talep hiç olmadı. Herkes iki kat çıkalım, yana bir blok daha yapalım diyor, siz iki katı kesiyor, iki bloku kaldıralım, iptal edelim diyorsunuz, bu nasıl kooperatifçilik, hem maliyetiniz artacak, hem üye sayınız azalacak, ancak anlıyorum ki, siz bu işi para için yapmıyorsunuz, ben ilk kez de olsa dilekçenizi onaylatacağım” dedi.

Vaziyet planları, mimari planlar çizildi, onaylandı. Bugünkü haliyle 9 blok ve havuz onay gördü. Artık her biri 6’şar daire olan 9 blokluk inşaatımız vardı. Binaların etrafına çevre yolları çizdirdim. İki kişi yanyana yürüsün dedim. Ancak biz 40 veya 41 kişi idik, dairelerimizin sayısı 54 daire idi.

Binalar hızla yükselmeye başladı. 3 ve 4 nolu blokun çatısına bayrak dikilirken, 1 ve 2 bloklar 2 kata, 7 ve 8nci bloklar 1nci kata yükselmişti. 15-16 daire fazlamız vardı, üyemiz yoktu.

Öneriyi kimin yaptığını hatırlamıyorum. Parası olan veya isteyen arkadaşların iki daire sahibi olabilmesine karar aldık. 13+15 kişi iki daire talebinde bulundu. İlerleyen günlerde birkaç kişi 3-4 ay çift aidat öderken, bazıları ödemez oldu. Arkadaşın iki dairesi vardı, birini satar onun parasıyla diğerini yaparım düşüncesiyle davranınca bilinçli ödemezlik yaptılar. Ben sertleştim, birkaç dostumu çift konuta gitmekten vazgeçirdim. Birkaçına zorla sattırdım, üye değişimleri oldu. Masraf artınca dostlarım dahi her yapılana tepki göstermeye başladı. Kooperatif (geleceğin mutlu sitesi) buz gibi oldu.

Bir genel kurulda iki daire üyeliğinin doublex olması önerilince, iyice işler karıştı. Çünkü, daireler yapılmış odalar şekillenmişti. Yine bana kırılanlar oldu. Ben doublex daire isteyenlerin yanında yer aldım. Sonuçta 12 doublex daire, bu doublexlerin yapılacağı (6) blokun belirlenmesi, bu doublexlerin üst katlarının tesisat düzeninden dolayı açık mutfak tipi, diğer 3 blokunda mevcut haliyle (onun adı da kapalı mutfak tipi oldu) devam etmesine bu kez biraz fire vererek, 7-8 kişinin muhalefetiyle çoğunlukla karar alındı. Binalar hızla yükselmeye başladı.

1989’da kurulan kooperatif 1991’de temel atılmıştı, 1992’de proje değişikliği yapılmıştı. 1993’de binalar yükselmeye başlamıştı. 1994’de artık doublex dairelerin ayrımı yapılıyordu.

Yeni maceradan haberimiz yoktu, hani 40 cm ön ve arkada çıkma yapmıştık, sonra doublex dairelerin yapılacağı blokları belirlemiştik ya, kafamıza göre 4,5,6,7,8 ve 9ncu blokların yapılan duvarlarını yıkmaya başladık, küçük balkonları kapattık, doublexlere sauna odaları yaptık, baca delikleri tesisat derken, projenin müellifinden izin almadığımız ortaya çıktı.

Bu arada, müteahhidimiz bu değişikliklere dayanamadı işi bıraktı, yeni bir müteahhit bulduk, adama paramız yetersiz, bu işi yap, sana, iş programına bağlı senetler verelim dedik, kabul etti, rahatladık. Adam Merkez Bankası’nın inşaatlarını yapıyordu. Güvendik, üyelerden senetler aldık, arkalarını ciroladık bu müteahhide verdik. Adam Körfez Savaşı’ndan dolar/dövizden etkilenince, bizim senetler ortalığa döküldü. Mahkemeler, icralar elimize yüzümüze bulaştırdık. Bu arada üyelerimizde farklı talep ve beklentiler de olunca, iş başa düştü, Özden’in çalıştığı firmada benzin istasyonlarını yapan çok düzgün bir müteahhit vardı. Soyadı Kölemenoğlu, ona “Biz malzemeyi alırız, sen yaparsın, hak edişini verirsin sana para öderiz” dedik. Başına da Nedim bey’i koyduk. İnşaatlara bizzat el koyduk, 1995’i bitirdik mi, bitirmedik mi Müteahhit bey ölmedi mi? Onun inşaatlarında kontrolörlük yapan İbrahim Yeşilyurt adlı mühendis ile müteahhidin yeğeni şantiye şefi Kudret’i çağırdık, “siz yapıyor gibi yapacaksınız, malzeme her şeyi biz ödeyeceğiz, işçilerin sigortası, erzakı bile bizden, siz fiziki müteahhit olacaksınız” da anlaştık.

Tüm üyeler bu işlerden haberdar ayrıca müteahhit kazancı da ortadan kalktı ya, yönetime yardımcı olmaya başladılar.

Şerefiye için genel kurul, sondaj kuyusu için genel kurul, havuz ısıtma için genel kurul, bahçe düzenleme, sulama sistemi için genel kurul, çatı tahtası, izolasyon için genel kurul derken; 3-4 sene de 21 genel kurul yaptık.

Bina şekillendikçe belediyenin kontrolü, zabıtası arttı. Özden ve ben dükkanı Çayyolu’na açtık. Özden’in kötü bir golf arabası vardı (benim arabam yoktu) bu yolda helak oldu, döküldü.

Bir gün karşımıza dış cephedeki değişikler nedeniyle, mimari proje ve ruhsatı onayı çıktı. Planlamacı Mahmut Tuna inşaatın müellifi idi. Yeşilyurt ve Nedim beyi gönderdik. Adam nuh diyor, peygamber demiyor. Bizi mahkemeye verecek. Rahmetli babam İlhan Elibol ile bu konuları konuşuyorum, fikrini soruyorum. “Mahmut, beni çok iyi tanır, yarın ona git, işini halletsin” demesin mi? Bir de telefon görüşmesi, Mahmut bey beni bekliyor. Nedim, Özden ve ben Dikmen’in aralarda bir yerde Mahmut Tuna beyin ofisine gittik. Kimse adamla görüşemiyor, herkes tırsıyor. Salona geçtik, geldi, bizi süzdü. “Kim Nadir Elibol” dedi. Kendimi tanıttım, olayları anlattım, güldü. “Babana, İlhan abiye çok selam söyle” dedi. Nedim beye “sen gel yarın onaylı projeleri al” dedi. Konuşma bu kadar sürdü. Doublex belasından, proje tadilatından, dış cephe değişikliğinden kurtulmuştuk.

Herkes hem problemleri biliyor, hem de çözülmesini istiyor ya, hepimizin keyfi yerine geldi. Ödemeler düzene girdi, yıl 1996 oldu.

Havuz yaptık ya, suyu şehir suyu mu, yoksa kuyu mu olacak? Sondaj yaptırdık, 71 m derinlikte su çıktı, bu da tahlilde yüksek borlu çıkmasın mı? Daha derine indik. Masraf ve fiat arttı mı? Yine homurdanma başladı mı? 192 m’de iyi su bulduk, sulama ve havuzla kullanılabilecek kalitede, sevindik. Ancak bu kez de sondaj için DSİ’den izin alınmadığı ortaya çıktı. Yeni masraflar, ruhsatlar, sonunda “sen bize üç lira dedin, 5 lira oldu” kavgaları artarak sürdü, ancak havuz dolunca gürültü bitti.

Ahmet Bican abi, bir gün bana geldi. “Nadir, Bakan ile sıkıntım var, bu ev ne zaman bitecek?” dediğinde, “Abi, sitede yol, sokak yok, ama daireleri oturacak hale 6 ayda getiririz” dedim. Daha kuralar çekilmemiş, Ahmet abiye ev lazım, lojmandan çıkaracaklar, bitmemiş haliyle, noter önünde, şerefiye belirleyerek kura çekilmesi gündemli genel kurul yapıldı. Sağolsun 3-5 arkadaşım Özden ve bana “siz kurraya katılmayın, dilediğiniz yeri alın” dediler. Aidat ödemesinde sert yaptığım (şimdi adlarını unuttuğum ) bir kaz arkadaşın itirazını duyunca, ben bu teklifi geri çevirdim. Hem Özden, hem de ben kuraya girdik.

1995-1996 yıllarında ihracat yapıyorum. Maddi durumum çok iyi, daha önce Bulgaristan’a ihracatım sırasında faizsiz, kooperatife 20.000.-$ borç vermiştim. Bu kez de borç vererek parasal destekle inşaatı bitirmeye çalıştığımı herkes biliyor, ama ben Ahmet abinin sıkıntısına çözüm bulmaya çalışıyorum.

“Nadir, Bakanlık bunca yıllık hizmetime karşılık, beni yaş haddinden emekliye sevk etti ve hafta sonu lojmandan çıkıyorum” dediğinde, bu uzun yolda hep beni destekleyen bu üstadımın önünde yıkıldım. Herkes deliye döndü, şantiye suyu, şantiye elektriği, WC, banyosu derken birkaç hafta Ahmet abi ve Aynur ablanın bir yerlere misafir olmasını sağladık. Onlarca işçinin çalıştığı sitede seçtiği dairesine Ahmet abiyi oturttuk. İnanılmaz bir duygu idi. Balkonun da çalışan işçileri izleyerek, onunla rakı yudumlamak benim için, bu kooperatifi kuran diğerleri için en büyük keyifti.

Ayhan abi de emekli oluyordu. Onun dairesine hız verdik. 1998’de bir Şubat günü, karlar altında ben taşındım. Sitede başka yerleşen yok, Ahmet abi, Aynur abla, Ayhan abi, Nesrin abla, ben ve Meral arabamızın üzerinde karlar içine gömdüğümüz, kanyak bardakları ve kanyakları yudumlayarak, benim siteye taşınmamı kutlayışımızı unutamam. Sekiz yılda yaşanan tüm sıkıntıyı silecek bir andı.

Yavaş yavaş site dolmaya başladı. Önce birkaç evde akşam yemekleri derken; hafta sonları terasta ortak yemeklere döndü, ben kooperatif başkanıyım ya, bir yemel listesi yapıyorum. Köfte, patates kızartması, dolma, sarma, salata, börek, peynir, salam, sos, ciğer vs. yemeğe katılmak isteyen her aile bir yemek seçip yanına yazıyor. 25-30 kişi tabaklarıyla havuz çıkışında terasa kendi içeceği ile geliyordu, inanılmaz güzel ve mutlu geceler yaşamaya başladık. İleri günlerde terasa masa ve sandalyeler aldık, beyaz masa örtüleri ile süsledik. Komşumuz Zafer’in müzik düzeni kurmasıyla, uzun yaz gecelerinde çok keyifli eğlenceler düzenledik.

İşi ilerlettik, çocukların önce ben ortak yaş günleri düzenledim, kooperatif merkezi adı altında yaptığımız alt salonda, 3ncü blokun altında çocuklar okuldan gelince çalışır düşüncesiyle, kütüphane ve çalışma masası koyduk, küçük çocuklarımız 6’şar aylık grup başkanlıkları yaparak, birlikte arkadaş, dost oldular. Havuz bizi olduğu gibi, onları da birbirine bağladı. Bu salon ve teras, dostluğun ve komşuluğun eşsiz güzelliklerini yaşadı. Bu mutluluğumuz; aramızdan ilk ayrılık Ahmet Bican üstadın ani ölümüne kadar sürdü. Onun için bu salonda taziye yaptık, yemek yedik, ortak üzüntümüzü paylaştık. Havuz başında oğlanları sünnet ettirdik, kızlarımıza büyük yemekli orkestralı düğünler yaptırdık. Sabahlara kadar eğlendik, garsonlar çağırdık. Yemek şirketleriyle kokteyl-florange’lar düzenledik. Müthiş güzel yılları paylaştık.

Bu arada hep güzel şeyler yaptık derken; sitemizin çevresinden belediye yolları geçiyor ya, asfaltlamak için Belediyenin kapılarını aşındırıyoruz. Melih bey Ankara’ya belediye başkanı oldu ya, bu kez onun kapısını çalıyoruz. Yaman adam, “ben daha ihtiyaçlı kişilere yol yetiştirmeye çalışıyorum, merkezi hükümet para vermiyor” diyerek, binbir problem çıkarıyordu. Her seferinde eli boş dönüyorduk, yerleşen 10-15 aile oldu. Tek sorun siteden çıkmak, siteden çıkıp yan komşumuz askeri kooperatife kadar gidebilmek, oradan iyi kötü asfalt başlıyor, ancak bizler, arabaları getiremediğimiz için 100-150 m çamurla mücadele ediyoruz, her sabah tertemiz ayakkabı, pantolon daha ofise giderken, çamur içinde kalıyoruz. Çareyi galoşlarda bulduk, herkes cepte galoş kullanır oldu. Belediyenin kapısını çalıyoruz, çare yok, asfalt yok diyor. Önceleri otobüs istemiyorduk, otobüs isterseniz asfalt yaparlar denildi. Yan sitelerle birlikte otobüs talebimiz için imza topladık, yine çare yok. Sanırım Ayhan Buga’nın belediyede bir dostu “Siz ne uğraşıyorsunuz, (A) firmasına gidin asfaltı kendiniz alın” dedi. Hesapladık çok para, 15-20 milyar tutuyor. Güleç mi, Gülden mi soyadı bir adam sahibi gibi, ama öğreniyoruz ki Melih’in şirketiymiş, yukarıdan kısıyor, aşağıdan satıyormuş, adamla pazarlığa oturduk. Üç aşağı beş yukarı fiatları öğrendik ya, m²si şu kadar, şu kadar m² al aşağı, ver yukarı fiatta anlaştık, 13 milyara indik. Yanımda Nedim bey ve yönetimden biri var. Ben pat diye sordum. “Ben kooperatif başkanıyım, benim payıma ne düşüyor” dedim. “Beyefendi zaten sizlere de %10’nu ödeyeceğiz” demesin mi? “Kardeş ben buradan ekmek yemiyorum, tüm üyeler akrabam, benim payımı şimdi hesaptan düş” dedim. Adam şaşırdı, yüzü gözü düzeldi. “Beyefendi, size öyle bir asfalt dökeceğim ki, 10 sene kımıldamayacak, bu da benim size armağanım olacak” dedi, teşekkür ettik, 11 milyar küsura anlaştık. Birden sitenin etrafında faaliyet başladı. Tretuvar ve bordür başlarını alın, biz yapalım diyerek belediye ortaya çıktı. Kaldırım için bordür taşları ve yürüyüş yerlerinin taşlarını aldık, hala o mükemmel taşları kullanıyoruz. (1999 olmalı) hemen kaldırımlar belirlendi, ben site çevresine çit çekmek amacıyla belediyecilere taşları siteden 50cm uzağa dizdirdim. Çünkü yan komşu site sınırlarına ağaçlar dikmiş, kaldırımı yoldan almıştı, ben de öyle yaptırdım yol biraz daraldı ama öyle asfalt döküldü ki, üzerinden 16-17 sene geçti tek yerinden patlamadı, sanırım otoparklardan birinde altı su tuttuğu için iki kat dökülen çamur macerası da böyle bitti.

Artık, güzel hayat başlamıştı, havuz çocuklar ve büyüklerin eğlencesi ve spor yeri olmuştu, şemsiyeler, şezlonglar alındı. Üyemiz Ertonga’dan çok uygun fiyatla, çok çok kaliteli malzemeler aldık, hala kullanıyoruz.

Aklımıza bize ait olan sorununu çözdüğümüz (Maliye’ye 40.000.000.-TL ödediğimiz) 18032 parselde (bugün atılım kooperatifi olan yer, orası doublex müstakil evler düzeninde bir arsa idi) Bu kez belediyeye Melih beye tekrar gidip gelmeye başladık, asfaltta yokuşlar yapmıştı ya, bu kez bizden not bilgi istedi, heyecanlandık, olayları anlattık. Bu sorunu biz çözdük, o zaman 1989’da (on yıl önce) 40.000.000.-TL ödedik, işte makbuzumuz” falan dedik, “bakalım” dediğinde tüm üyelerimiz hayaller alemine daldı. 40 kadar villa yapılabiliyordu. Çok ciddi kazançlarımız olacaktı. Kötü haber tez geldi. “Hayır bu arsa size ait değil, Metropol A.Ş.’nin” diye cevap gelmesin mi? Görüşmeler kesildi, ilişkiler koptu, rahmetli Cihat Ancın “abi dava açalım” dediğinde yine heveslendik, belge var, yazı var, makbuz var. İdare Mahkemesi’nden sonra, Danıştay’ı kaybettik. Bir Belediye encümen kararıyla, birkaç belediye encümen üyesi ve Danıştay’dan birkaç üye ile arsa yeni kurulan Atılım Kooperatifi’ne verildi (sözde satıldı) umutlar uçtu, gitti. Melih ve avanesi arsanın üzerine oturdu.

Olsun! Yine de sitemizde çok keyifli idik, Ta ki 2002 ekonomik krizine kadar kimseye daire sattırmıyorum, kiracısını bile görüyorum. Herkes sanki komşu değil, bir evde farklı odalarda yaşar gibi, herkes bayram seyran evlerde, akşamları yemeklerde iken; satışlar başladı. Bir iki derken sitenin yarısı değişti. Önceleri onları da aramıza aldık, kucakladık. Bizim gibi, bizden birileri oldular. Yıllar hızla akmaya, çocuklar büyümeye, bizler de yaşlanmaya başladık, 2005’ler 2006’lar derken; binalar da yaşlandı. Dam, çatı, boya konuları gündeme geldi. Ben yönetimi bıraktım. Sanırım 1989’dan 15-16 sene aralıksız yönetimde başkanlık yaptım. Bazen özür dileyerek, bazen bağırarak, bazen de küfrederek işleri çözdüm ve hepimize gerçek bir yuva yarattım. Hayalleri yıkarak, dökerek, sökerek gerçek yaptım.

Bir gün yeni evli çiftten kızın babası tarafından karşı dairemiz alana kadar. Efendi bir çocuk, avukat, arabası falan yok, giderken arabaya alıyoruz, aile olarak görüşmüyor, ama görünce selam veriyoruz. Garip davranışları, gece işe gitmeler, Kültür Bakanlığı ….. danışmanlığı, araba, Volvo Jeep, kooperatif yönetimine girme derken; sitede çatılar yapılsın diye başlayan boya, badana renkleri, çevre yolları kaldırılsın kaldırılmasın ile site iki gruba ayrıldı. Bir kısmı gündüzleri bir kısmı geceleri toplanmaya başladı. Genel kurul yapılırdı yapılmazdı, toplanırdı toplanmazdı ya kadar geldi. Bu gencin (F) tipi ilişkilerle servet yaptığı söylendi. Bir inşaat şirketine iş verdi, şirket fevkalade kötü işler yaptı, sözleşmeler saklandı, verildi verilmedi, büyük maddi kayıplar oldu. Yeni başkanımız, yeni arkadaş namaz niyaz diyerek dürüst gibi gözüktü, birkaç kişi ile 20-30.000.-TL’lerin paylaşıldığı konuşuldu. Doublex’ler doğal gaz, elektrik sayaçlarından şikayet edildi. Bodrum katlarının ortak kullanımı yerine yeni mal sahipleri depo talebinde bulundular. Belediye, zabıta, mahkemeler derken site görüşmez, konuşmaz oldu. Ortak kullanım alanları bitti, herkes mal peşine düştü.

Din öyle bir şey ki, onu icra edersen, kolayca sanki dürüstmüş gibi gözükebilirsin, İnsanları hemen aldatabilirsin. İman edenler inançlarını değiştirip geliştiremediği için ve inanmadan veya bilmeden, kabullenip iman ettiklerinden, dinin insanları nasıl maskelediğini göremezsiniz. Zavallı insanların kötü bir yönetici elinde çıkarlarına uygun olursa, nasıl yanar döner olabileceğini anlayabilirsiniz. 20-30 yıl süren dostlukların çıkar, hesap ve yarar uğruna bir el hareketiyle sona erdiğini görürsünüz. Para öyle bir şey ki, onu bilmeyen ve onu tanımayanlar için nasıl bir tehlike olduğunu gözledim. Kendisi ile, ailesindeki öğrenimin başladığı eğitimsiz insanların; nasıl hırs, yarar ve çıkar için her şeyi yapabildiğini seyrettim.

İlk gün çocuklarımız bu sitede bizlerle büyüyecek dediğimiz hayallerimiz, çocuklarımızın evliliklerine kadar gelişse de, zavallı insanın bir renk uğruna sustuğunu ve tebessümünü kestiğini izledim. Kooperatifin kollektif ruhunun ancak ortak çıkarlarla varolduğunu, insanın tek başına zavallı, yalnız bireyler olduğunu öğrendim.

1999 Cumhuriyet Bayramı’nda bütün sitedekiler ile birlikte çoluk çocuk yanımızdaki alanda diktiğimiz çam ağaçları bile geçen onbeş yıl içinde büyüdü, ama bazı zavallı insanlar bu sürede küçüldüler.

Nadir Elibol

23 Mayıs 2015

Comments are closed.