Para kazandığım dönemlerden biri, ofis hınca hınç dolu. Askoop Kızılcahamam maden suyunu işletiyorum. Kayseri Poli firmasına koordinatörlük yapıyorum. Haftanın 4-5 günü Kayseri’de iken, biraz sıkıntılıyız. O günlerde gidiş-gelişi 3-4 güne indirmişim, diğer günler Ankara’dayım. Eşim Meral ve Canan isimli bir hanımla satışları ve muhasebeyi izliyorum. 10- 12 kişi pazarlamada, 7-8 kişi dağıtımda, 35 kişi fabrikada çalışıyor. Almanya’ya, Kıbrıs’a madensuyu ihracatı yapıyoruz, anlaşılacağı gibi çok yoğun ve kalabalığız. Şair Nedim Sokak’ta Çiçek Apartmanı 10 numarası yetmiyor. 2 numarayı da kiraladık, muhasebe oraya indi, ofiste yine Meral, Serpil ve Recep ile kendi halimizdeyiz.
1994’de ofisboyum Kıyasettin gitti, yerine Recep’i aldım. Okuma-yazması ha var, ha yok. İlkokul bitirdim diyor, diplomayı bulamıyor. Yemek dışarıdan geliyor, Recep çay, meyve, ikram, temizlik, evrak götür-getir işinde kullanılıyor. Çok kurnaz, cahil ve bilgisiz ama dört yılda artık laf söz anlar olmuş, zekası da öğrendikleriyle gelişmeye başlamış, artık tüm bürokrat arkadaşlarımı tanıyor, tanışıyor, yanına, makamlarına gidip gelebiliyor. Gümrük, Dış ticaret, hazine avucunun içi gibi. Sevimli de kerata, herkes onun tavuk ve et sevdiğini biliyor. “Çoluk çocuğa tavuk al” “şuna bir et al da, akşam benim için ye” falan diyerek eline üç beş kuruş sıkıştırıyorlar. O da onların, postane, hastane, araba, tamir, ev, badana, boya işleriyle gönüllerini alıyor.
Bazı akşamlar ofiste yeme-içme yaptığımızda, sandviçler, kanepeler hazırlıyor, içkileri, bardakları diziyor, meyvelerin
323
ortasına güller yapıyor, kuruyemiş kaplarını havada uçuruyor, hele yemek olursa benim tariflerimi dikkatlice not alıyor, (ancak sonra okuduğunda Nadir Abi buraya ne yazmışım” diye de soruyor) öğreniyor.
Bir gün “Recep, bu iş böyle olmaz, sen bu işleri istediğim gibi yapamıyorsun, senin ortaokulu bitirmen gerekiyor” dedim. Şaşırdı, işten atacağımı düşündü, oysa benim yanımda 14 sene çalışacak ve 2008’de yanımdan ayrılacaktı. “Seni Çankaya Ortaokulu’na açıktan, akşamları okumak üzere kaydettireceğim. Müdür bizi bekliyor” dedim. Aldım, götürdüm. Sonra gece lisesine devam ettirdim, yanımdan ayrılırken lise sonda okuyordu. Sonra ite kaka liseyi bitirmiş.
Bunlar ve çevre onun ufkunu değiştirdi. Mamak’ta köyünün derneğine onu başkan yaptırdım. Köyün cenazesinin veya düğünün yemeklerini ona düzenlettirdim. Mahallenin okulunda okul aile birliğine soktum, kitaplar aldım, okulda başarılı olan çocuklara derece yapanlara üst baş aldım. Recep’le dağıttırdım. Recep büyük adam oldu. Akşamları eli iş tutanları topluyor, okulun sınıflarını badana yapıyor, bir boş kahvehaneyi cenazeler için taziye evi yapıyor. “Recep akşam helva da dağıt, bak şöyle yaparsın, al şu parayı malzeme al, helva yap, dağıt” diyorum, yapıyor, tüm köylü şaşkın, Recep’i seyrediyor.
Kayınpeder yaş sebze-meyve ihracatçısı. Recep’i yanına gönderiyorum, konserve turşu nasıl yapılır öğrensin istiyorum. O da çuvallarla çıkma fasulye, biber, patlıcan vs. ile Ankara’ya dönüyor, konserveler, kuru sebzeler yapıyor, konu komşusu hayranlıkla onu izliyor, onun gibi davranmaya başlıyor. Mahallesinin lideri artık, Recep.
324
Recep, Annem, Meral ve Songül
Bir hafta başı ofise geldiğimizde Recep’i masada yatar gördüm. “Hasta mısın? Ne oldu? Sabahın köründe neden uyuyorsun?” dediğimde, gece bir düğünde döner kesen bir aşçıya yardım ettiğini, kalan döneri çocuklara götürdüğünü, dönercinin 50.-TL verdiğini, düğün sahiplerinden de 20şer lira aldığını söyledi. Hoşuma gitti. Recep’in girişken yanını artık ortaya çıkarmıştık. Şimdi başka bir Recep vardı. “Recep, böyle işler olduğunda haber ver, Cuma’dan hazırlık için seni erken göndereyim” dediğimde deli divane oldu. Yaz ayları hep böyle geçti. Recep çocukların okul masrafını dönerle çıkardı.
Maden suyu için İstanbul’da kapakçı ile görüşmem var ve kaplama makinesinin de bir iki kırık parçası için Merter’e gitmem gerekiyor. Hurdacılar Çarşısı’nda parça arıyoruz, yanda bir döner tezgahı, tepsisi, bir-iki bıçağı, tüp ocağı yatıyor, “ustacığım bunun burada ne işi var?” dediğimde, “hurdacılardan biri getirdi, şunu
325
satıver abi, aman dikkat hurda değil” dedi, “Elim ermedi, satamadık duruyor” demesin mi? “Kardeş kaç para istiyorsun, hadi birilerine hayır hasenat yapalım” dedim. Recep döner tezgahını görünce çıldırdı. Geçenlerde geldiğinde “bu döner tezgahı ile çocuklarımı okuttum, kız lise iki oldu abi” dediğinde, keşke yüzümü, aynadan görebilse idim.
Bir gün Mülkiye’den arkadaşım Süha Mirahur ile oturuyoruz, Recep, ofise gelmesin mi? Üç-dört yıl olmuş benden ayrılalı ama yine yemek işinde ve 300 kişilik bir mağazanın yemeğini çıkarıyor. “Süha Abi beni hatırladın mı?” Süha öylesine bakıyor. Ben “Ulan bizim Recep”dememe kalmadı. Recep “Abi sen Merkez Bankası’nda Genel Müdür idin, hani ben geldiğimde sen içeride bekle çay iç, pasta ye demiştin, hani sekreterin yanında bir odada oturmuştum. Nadir Abi şunu göndermişti, sen şöyle demiştin, şunu vermiştin” Süha’nın ağzı açık “ha!ma!” diyor, ama unutmuş gitmiş. Recep kendini bir iki buluşma ile anlatarak zorla tanıttı.
“Şekerim var abi” dediğinde, Süha başladı “şunu yeme, şunu içme, şöyle yap, böyle koş, yoksa aşağıda problem olur” demesin mi? Recep’in gözleri açıldı. “Abi böyle bir sıkıntım var, seneler önce Nadir Abi’nin bir arkadaşı bana okumuştu ve düzelmişti” deyiverdi. Süha’da “Ne okuması oğlum? Bu şeker, damar sertliği, tansiyon, kalp bunlar boktan ve sinsi hastalıklar, okumayla, üflemeyle falan iyileşmez, tıp iyileştiremiyor ki, bunların çaresi yok ki, yalnızca dikkat etmek gerekiyor” dedi. Recep çok bilgiç ve tecrübeli ifadeyle Süha’ya baktı, “Nadir Abi şahittir. Ben yeni evlendiğimde hiç iş yapamazken her gece yapar oldum. Bunlar önemli şeyler, ben Kur’an’ın Türkçesini bu arada iki kez bitirdim” dedi. Süha yüzüme baktığında, göz kırptım “Recep haklı, doğru söylüyor, inanmazsın ama” dedim, durdum. Sonra Recep “anlat şu adama” diye ekledim.
326
Fersan adında İzmirli bir arkadaşım vardı. Daha önceleri Nato’da çalışması nedeniyle ANAP’la çok iyi kontakt kurmuş, uluslararası iyi kredi işleri yapmış, yurtdışı bilen, sevimli, biraz tokatçı, fazlaca rahat, hafiften utanmaz bir adam, içki, gece hayatı vs.vs. her aranılan özellik var.
Fersan bir iş için Ankara’ya gelmiş, onunla görüşmek isteyen birkaç kişi var. Ofise bir iki kişi geldi, trafikli bir gün, akşamüzeri herkes yorgun, Recep gelip gidenden bitmiş tükenmiş, Canan hesaptan bayılmış, Ferda diye bir kızımız var, dış ticaret öğrensin siye dayısının ricasıyla hatır için işe almışız, o küçük odada sandalyede uyukluyor, Recep onun gecelere akıp, gündüzleri ofiste uyumasına çok sinirleniyor. Misafirler gidince ofis sakinleşti. Recep’e birer kahve yapmasını söyledim. Recep’e takılınca, benim de sıkıntım, üzüntüm gidiyor. “Recep, ne o lan yine Ferda gibi gece uyumadın herhalde” dedim. Recep de onu bekler gibi, mutfakta kulağıma abi “evleneli bir ay olmadı, benim problemim var, hiç ilişkimiz yok” demesin mi? “Üzülme! Yeni evlisin bir şeylere kafayı takmışsındır geçer” dedim. Tabii para, pul, düğün borcu, herkes evlerine dağıldı, Recep ödemeye başladı. Para yok, karısı da köyden gelince, ne yol biliyor, ne sokak, bir de onunla uğraşıyor. Güldüm, Recep’i çok severim, kulağına eğildim; “Fersan abin sana okusun” dedim. Kaşla göz arasında kahveler yapıldı, daha ilk yudumda Fersan “Nadir, Recep ne diyor ulan! Bana oku abi! falan diyor, anlamadım” Ben de “yahu! Psikolojik herhalde şuna okur gibi yap, dua et, kulağının arkasına tükenmezle birkaç işaret yap, herif o gazla işi halleder” dediğimde “oğlum ben dua da bilmem, Arapça da bilmem” dediğinde “Sen yanına çağır, elini tut, başından ayak bileklerine kadar elini gezdir çaktırmadan, alete dokun, yüzüne üfle, sonra da kulağının arkasını tükenmezle karala” dedim. Dip odayı boşalttırdım, kızlar çıktılar, ikisi içeride bir şeyler yaptı, çıktı.
327
Recep (görünmez adam) ve Serpil ofiste görülüyorlar
Ben hemen mutfakta Recep’i sıkıştırdım. “Abi de okudu. Bak! Kulağımın arkasına dua yazdı. Fersan akşam eve gittiğinde kulağını yıkamadan, boy abdesti al, iki rekat namaz kıl, sonra odaya geç dene bak nasıl olacak?” dedi. Ben hemen “Vay! Eşekoğlu eşek kurdela vermedi mi?” dedim. “Abi ne kurdelası?” “Recep çabuk Ayrancı’ya in ve 50 cm’lik ince mavi kurdela al gel” dedim. “En büyük duası kurdela ile yapılıyor” dedim. Recep kapıdan fırladı, ben Fersan’ın yanına “ulan bir iş yaptık, biraz matrak yapalım, kurdela aldırdım getirince kurdelanın üstüne de bir şeyler karala, namazdan sonra odaya giderken, aletin dibine bağla” dedim, gülüştük. 10-15 dakika olmadı ki, Recep ofiste idi, yine Fersan’la baş başa, Recep “ne olur yap abi!” diyor, “hayır yapamam, belki ters bir şey olur” falan filan, nazlanma, rica, yalvarma, “lütfen”, “abi sen büyüksün”, kurdela yazıldı, katlandı cebe kondu. Ofisten çıkarken eli cebinde, kimse görmeden bana kurdela gösterildi, baş parmağımı yukarı tuttum, “tamam” der gibi ve herkes dağıldı.
328
Ertesi sabahı zor ettik, Recep’in gecekondusunda telefon yok, biz de merak çok. Sabah bilerek uzun uzun zile bastım, kapıyı Recep açtı, , yüzünde güller açılmış parmağıyla iki mi? Zafer mi? Anlamına gelen bir işaret “geldiğinde Fersan ağabeyinin elini öp, hayır duasını al, sonra ona bir hediye yaparız” dedim. Recep her yere koşturuyor, gece kuşu Ferda’ya selam veriyor, kızlara kahve çaylar götürüp getiriyor, ayakları yere değmiyor. Ertesi günü bana ve Fersan’a hediye olarak yufka ekmek getirecek.
Fersan’a hızla anlattım. “Çağır Recep’ten dinle, beni de yanınıza oturtun” dedim. Recep zafer işaretinin “iki” anlamına geldiğini sevinerek anlattı. Fersan’da “istersen görünmezken bile karınla beraber olabilirsin, o hiç farkına varmaz, sen de istediğin kadar birlikte olursun” demesin mi? İkimiz birden “yok, yahu?” diye tepki gösterdik.
Bir önceki akşam Kayseri’den bir arkadaşım kutuda 1 kilo kadar dilimlenmiş pastırma getirmişti. “Recep kahvaltıya pastırmada koy, aç olanlar için de pastırmalı yumurta yap” dedim. Kahvaltı yapılırken, herkes pastırma şöyle güzel böyle güzel dediğinde “yeter yediğiniz, Recep paketi kaldır, benim odama koy” dedim, amacım Fersan’ın kaybetme işini hazırlamaktı, Meral’e “paketin içinden pastırmayı çıkar, boş paketin kurdelasını bağla, kutuyu masama koy, arabaya atla, eve git, pastırmayı da yatak odasına yatağın üstüne koy” dedim.
Kahvaltıdan sonra, benim masamda pastırma kutusu duruyor. Fersanla göz göze geldik. Kahveyi, getiren Recep’i fark edince “Fersan sahiden insanı kaybedebilir misin?” “hadi ulan, önce şu pastırmayı kaybet, benim eve gönder, mutfağa koy” dedim, bastım kahkahayı. Fersan bozulmuş gibi surat astı, ayağa kalktı, kutunun üzerine bir iki el hareketi, bir iki tuhaf ses çıkardı. “Nadir’ciğim pastırman evde mutfakta” “Ulan kutu burada duruyor, ne evi?”
329
dedim. “Bazen böyle olur, kutu burada kalabilir, çünkü ben pastırma ve mutfağa konsantre oldum, tezgahın üzerinde değilse, buzdolabında veya yerde de olabilir, baktırır mısın?” dedi. “Ulan dalga geçme” dedim. Recep’e kaş, göz işareti yaptım, masamdaki kutuya elini attı, “Abi bu kutu boş” hemen ayağa kalktım, ciddiyetle kutuya saldırdım. Herkesin gözü önünde kurdelası bağlı kutuyu hızla açtım. Aaaaa! Pastırma yok.
Feryat figan diğer odadan Meral’i çağırdım. O sırada büyük kızım gelmiş “Cankız, Meral, Recep’i de alın eve gidin” dedim. Kapıdan çıkarlarken “Recep sen erkeksin, ne olur olmaz, bu adamın cini mini vardır sen önden gir ve eve bak” dedim, büyük bir ciddiyetle.
Onbeş dakika sonra kızlar ve Recep telaşla ofise döndüler. Kızlar işi biliyor. “Abi şerefsizim önce eve ben girdim, arkadan kızlar mutfağa baktı pastırma yoktu” “Eee! Recep” derken; “evde bir pastırma kokusu geliyordu, kızlar salona bakarken, beni koridor ve yatak odasına gönderdiler, işte elimde pastırma. İnan! Yatağın üzerinde naylonu ile duruyordu, sanki havadan düşmüş gibi hafifce naylon açılmıştı” Kızlar hep bir ağızdan “evet biz de gördük”
Sanki donup kalmış gibi, hiç dokunmadan ellerimi cebime soktum. “Ben bu pastırmayı yemem” dedim. Amacım bu dalgadan sonra pastırmayı Recep’e vermek. “Recep sen al” dedim. Ürktü, Fersan “Bir şey olmaz yiyebilirsiniz ancak önce bir köpeğe bir dilim ver, yarım saat sonra köpeğe bir şey olmazsa bir dilim daha ver, eğer “ay çok parlak ise” birkaç kez bunu dene, köpeğe bir şey olmazsa sen de yiyebilirsin?” demez mi? “Recep bu pastırmayı eve götür” dedim, konuyu kapattım.
Sonradan bana anlatıyor : “Abi, gecekonduya giderken paketi açtım, sokağın başında bir ite verdim, sevinerek peşime takıldı, eve girerken bir dilim daha verdim. Yemekten sonra baktım, it
330
hala kapının önünde oturuyor, kuyruğunu sallıyor, yarım saat bekledim, ite bir şey olmadı, biz de sabah çocuklarla yedik.”
On, onbeş dakika sonra, Fersan “Nadir senin ki beni de kaybet abi bir görünmez olayım dedi, ben de onu görünmez yaptım, kızları uyardım, sen de devam et” demesin mi!
Recep koridorda dolaşıyor, ben “Recep nerede? Bir yere mi gönderdiniz?” diyorum. “Nadir Bey herhalde Bakkala gitti, sarımsak alacaktı” diyorlar. Recep kızların kapısının kolunu tutmuş, bir ileri itiyor, kapıyı açıyor, bir geri çekiyor, kapıyı kapatıyor. Gıcık olduğu kız var ya, gece kuşu Ferda; aklınca onu korkutuyor. O da iki de bir bana geliyor ve “Nadir Bey ben bu ofiste korkuyorum, benim kapım açılıp kapanıyor, bakıyorum kimse yok” “Saçmalama kızım öyle şey olur mu?” diyorum. Koridorda Recep’i görüyorum, sessizce kıs kıs gülüyor, artık görünmez olmuş ya…
Ayaklarının ucuna basarak bizim oturduğumuz salona giriyor, biz koltuklardayız, benim makam masama oturuyor, göz göze geliyoruz bana bakıyor. “Fersan oğlum, canım kardeşim bu oğlanı sakın görünmez falan yapma, ya herif geri gelmezse, herif daha yeni evlendi, çocuk babasına da bakıyor, sakın bir halt yeme” diyorum. Recep’in gözleri faltaşı gibi açılıyor “bu salak otobüste falan pat diye görünür olur, yolcular kafayı yer, hem bu beleş bineceğim diye her boku yer, ulan bu banka bile soyar” diyorum. “Yok Nadir’ciğim ayarladım şimdi o ofistedir, en çok bir saat sonra tekrar eski şekline girer ağır bir şey yapmadım, benim gücüm banka kameralarına yetmiyor, görünmez yapıyorum, ama adamı duvardan geçiremiyorum, bir keresinde yapmıştım, adam duvardan çıkıyormuş, kapalı kapıdan giriyormuş bana anlattığına göre. Hem demin gelen kızın korkusu Recep’tendir, bu eşekoğlu eşek kızı korkutuyordur.” Recep kıs kıs gülüyor, bizi dinliyor, bizleri seyrediyor. “Hem şimdi kapıyı açıp çıksa, haberimiz olmaz, bakkaldan sarımsağı alır, gelir” dedi.
331
Recep’in yüzüne baka baka “Bu eşekoğlu eşek geri gelse yahu! Ya geri gelmezse biz polise, SSK’ya nasıl anlatırız, nasıl kayboldu deriz?” diyorum. Fersan’da “Korkma şimdi çıkar gelir” diyor. Recep ayak uçlarına basa basa yanımızdan bize değmeden kafasını arada bir geri çevirerek, bize bakarak geçip gidiyor. Fersan’dan duydu ya, duvardan, kapıdan geçecek, kapıyı açmadan dışarı çıkacak, sokak kapısına “dan” diye kafayı vuruyor, kimse bakmıyor, kapıyı yavaşca açıyor, hop dışarıda. Bizler yerlere yıkılıyoruz.
Sessizce ofise geri geldiğinde “Neredesin ulan?” diye bağırdım. “Bakkala gitmiştim abi” dedi, mutfağa geçti, Fersan’da arkasından. Fersan “Ne oldu ulan, nerede idin?” dediğinde, “Abi burada idim. Ferda’yı korkuttum, salona geldim, yanınıza oturdum. Nadir abi gözüme bakıyor, beni görmüyor, bu eşek oğlu eşek nerede? Nereye gönderdiniz diyor, gülmemek için kendimi zor tuttum. Bakkala gittim, sarımsağı aldım. Sordum 4.-TL lira dedi, tezgaha bıraktım, adam hiç bana bakmıyordu, beni göremedi herhalde. Abi sahiden ya geri gelemeseydim? Sağol abi” sözlerini sonradan öğreniyoruz.
Recep, yıllar sonra bir boş vaktimizde bana da her şeyi anlattı. Karısı ile ilişkiye girerken boy abdesti aldığını, iki rekat namaz kıldığını, penisinin dibine ereksiyon halindeyken kurdelayı bağladığını, karısının “Recep bu ne lan?” dediğinde “sen karışma karı” dediğini, ofiste kızları kendisinin korkuttuğunu, kapıyı açıp kapadığını, pastırmayı evde kendinin bulduğunu, gördüğü an bayılacağını, diz çöktüğünü, benim odamda makam koltuğuna oturup bizi izlediğini, bakkalın onu görmediğini bana sanki tekrar yaşayarak anlattı.
Süha’ya da aynı heyecanla ve inançla anlatıyordu. Süha onun ciddiyetini, inanmışlığını bozacak tek bir tebessüm bile edemedi. Yalnızca “inanmıyorum, inanmıyorum” diye tekrarlıyordu. Ben de
332
“inan, inan” diyordum. Recep’in ziyaretinden sonra yine dakikalarca kahkahalarla güldük.
Sonra düşündüm.
Bizler de söylenen, anlatılan çok şeye inanıyorduk, kim bilir kimler gizliden bizlere gülüyordu.
Şarlatanların yaptıklarına bazılarının inanması, inanma ile birlikte onun doğruluğunun tartışmasız olduğunu düşünmeye başlaması gibi, o şarlatanların içinden bazı akıllılarının da bundan yarar sağlamak amacıyla, bu kez başka sıfatlarla diğerlerini kandırmaya çalışıyor olması aynı değil mi?
Sonra bu kandıranlar ve sahtekarlardan bazıları lider, ruhban, yönetici olmuyorlar mı?
İnananlar, akıllarını kullanmazlar, doğruyu tartışmaz, kabul ederler.
Kandırılanlar, inandıklarıyla yaşarlar!
Kandırılanlar da hayatı, hakikatı hep öyle sanırlar, değiştiremezler.
Kandırılanlarla, Receplerle birlikte yaşıyorum derken; ben de bir Recep olduğumu fark ettim. Hem Recep’tim, hem Recep olduğumu fark ediyordum, hem de diğer zavallı Recepleri uzaktan seyredebiliyordum.
Eyvah! Keşke ben de inansa ve yalnızca Recep olsa idim. Keşke akılla ve inanç arasında kalmasa idim, keşke iman edip diğer Recepleri görmese idim.
Benim Recep olduğum çok mu belli?
333