Google Memet


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Tekneye adım atar atmaz beni karşılayan mürettebatın önünde küçük bir çocuk valizimi almaya çalışıyor. “Abi, çantayı alıyam mı?” diyor. Bozburun’a özel aksanı hemen belli oluyor. Ben vermeyince, diğer yolculara ulaşıyor, valizleri taşıyor, güvertenin kenarından koşup, burna geçiyor, sonra halatı topluyor. “Memet Can” diyorlar, bu kez mutfağa koşuyor, “Memet Can” diyorlar güverteyi yıkıyor, Dayısının gemisine, tuzlu su değiyor, diye ardından ahşap ve nikalajları parlatıp, cilalıyor, oradan oraya koşturuyor.

Akşam gün batımında, yemek hazırlanıyor, tabaklar Mehmet’in elinde, bardaklar kendinden büyük tepsi ile masaya taşınıyor. Mehmet’in kucağında cola şişeleri, su şişeleri. Yemek bitiyor, boş tabakları mutfağa götürmek için, herkesin önünden yemek bitmeden kapar gibi tabakları alıyor. Koşa koşa mutfağa götürüyor, bazıları “daha yiyorum, yemeğimi bitirmedim” dediğinde, aldığı tabağı tekrar müşterinin önüne koyuyor. Her şey bu küçük gemicinin işi.

Dayısının teknesi sezonun ilk yolcusunu alıyor ya, babasınn üç kamaralı teknesinden sonra dayısına ait Bozburun’un bu beş kamaralı en büyük teknesi suya indirilince, o da pat, dayısının teknesine geçiyor. Babasının teknesine gönderilmesin, burada kalsın diye koşuyor, koşuyor.

Çaylar, kahveler içilmiş, bazıları sedirlere çekilmişler, bazıları uzun masanın kenarlarında, ben de sandalyede kaptan köşküne yüzüm dönük oturuyorum. Memet’te kaptan köşküne çıkan merdivenin üst basamağına tünemiş, bana bakarak “Abi, gelirken “kız kumu”nu gördün mü?” “Evet Memet çok beğendim” diyorum, söze başlıyoruz. “Ne kadar sığ, tekneler bilmese, karaya oturur, millet denizin ortasında nasıl güzel yürüyorlar, değil mi?” diye soruyorum. Sordum ya, beni bekliyormuş. “Abi, Kız Kumu’nun hikayesini biliyor musun? Anlatayım mı?” Bozburunlu ya küçük arkadaşım, benim tebessümüme, soru sormama ve yanağından kesme almama güvenerek bana yanaşıyor.

“Anlat bakalım! Bana daha önce anlattılar ama kız neden ölmüş tam anlayamadım, sen, bana ve bu yanımda oturan Murat amcana da bu hikayeyi tekrar anlat, Murat amcan Almanya’da yaşıyor, bu hikayeleri bilmiyor” dedim, heveslensin diye.

Murat’a döndü, arada bir de bana bakıyor, dinliyor muyum diye. “Abi, bir zamanlar bir kralın çok güzel bir kızı varmış, kral onu ülkenin en güçlü, en akıllı erkeği ile evlendirmek istiyormuş, ama adaylara çok çetin görevler veriyor, erkekler de hiçbiri görevi yapamıyor veya bitiremiyormuş, bir gün bir balıkçı kıza talip olmuş, her şeyi, her istenileni yapmış”

“Memet, her şeyi yaptığına göre balıkçı zengin mi imiş?” dediğimde, şaşırıyor, “Olur mu abi, o balıkçı çok fakir. Fakir ama kız da, ona aşık, kral bunu duyunca, okçulara bu balıkçıya yarın vereceğim işi de başarırsa, onu öldürün demiş, ertesi günü kral balıkçıya, “bugün denizin üzerinde yürüyeceksin” demiş, Allah da bu iki gencin aşkına çok razı imiş ve balıkçı denizin üstünde yürümeye başlamış.”

“Olur mu? Memet, deniz de yürünür mü?” diyorum. “Abi bu masal, masallar böyle olur” diyor, ben de “yani uydurma mı?” diyorum.

Memet şaşkın, “Neden uydurma olsun?”

“Eee! Masal ya uydurma tabii!” diyorum.

“Abi, uydurma değil” diyor ve hikayesine sahipleniyor. “Abi, uydurma değil istersen gogıl’a bak, o her şeyi bilir” demesin mi? İşte yeni tekne arkadaşım bu oğlan çocuğu diyorum.

“Memet, gogıl kim Bozburun’da mı yaşıyor?”

“Abicim, gogıl diyorum”

“Evet, duydum, ama tanımıyorum, her şeyi bilen bu kadın kim?” diyorum.

Kafayı sağa sola sallıyor. “Abicim” gözlerini kapatıyor “abicim” diyor. İçinden de “bu salak kim?” diyor. Demin “abi” derken, şimdi “Abicim” deme ye başladı ve sinirleniyor.

“Abicim, kadın değil, gogıl, gogıl diyorum”

“Anladım”

“Anlamıyorsun abicim, gogıl gogıl yani bilgisayar abicim”

“Memet’cim sen Google mı demek istiyorsun, hani gogle yazıyor? Bilgisayar, internet yani, tabi bakarım”

Kafasını sağa sola sallıyor, beni aptal buldu ya artık sohbet etmek istemiyor.

“Memetcim, Peki! Balıkçı denizin üstünde yürüyebilmiş mi?”diyorum, tekrar oyuna dönsün istiyorum.

“Abicim! Hani, Allah onlara acımış da, balıkçının ayağının altında denizin toprağı yükseltmiş ve dizlerine gelen suyun üzerine yürümesini sağlamıştı ya, okçular hemen balıkçıya ok yağdırmaya başlamışlar, kralın kızı balıkçıyı kurtarmak için kendini denize atmış, yere düşen balıkçının üzerine kapanmış, okçular balıkçıyı öldüreyim derken, kralın kızını okla vurmuşlar. Denizin üzeri kan olmuş, onlar süründükçe toprak kıpkırmızı olmuş, abicim, işte kız kumunun toprağı ve sahili ondan kırmızı” diyor.

“Mehmet’ciğim topraktan önce denizde kan, su ile karışmaz mı?”

“Abicim, ben ne bileyim, git Google bak” dedi ve merdivenden atladı güverteden ayrıldı.

Dalga geçtiğimi anlamıştı herhalde. Kimileri ondan çay, kimileri de kahve istiyor ya; ben de el salladım yanıma geldi. “Buyur abi” dediğinde kulağına eğildim. “İşte, bazı insanlar, hem bilmiyor, hem de anlatıldığında anlamıyor” dedim. Sonra sağa sola bakarak, biri bizi dinliyor mu, duyuyor mu gibi yapıp “Murat burada değil, değil mi?” diyorum.

“Yok abicim” cevabına “O Almanya’da yaşadığı için Türkçeyi iyi anlamıyor, ben o anlasın diye hep sana soruyorum. Ben tabii ki, gogıl’ı da, google’yi de biliyorum. Biri diğerinin okunuş şekli, oğlum” diyorum. Yüzüme bakıyor, benim aptal olmamam onun hoşuna gidiyor.

“Memet, buraya –kız izi- de diyorlarmış, değil mi?” dediğimde, sevinçten uçacak gibi oldu, hani! Ben “kız kumu”nu da; “kız izi”ni de biliyorum ya,

“Abi, istersen sana –oğlan boğuldu- masalını da anlatayım”

“Murat gelsin de öyle anlatırsın” dedim.

Artık Murat’ın karşısında ikimiz, Murat’a karşı arkadaşız.

Murat ile beni birlikte yakalayıp, “oğlan boğuldu” hikayesini anlatacak.

Birkaç gün sonra, masa dolu Murat ve ben masadan ayrılıp, güvertede sedire geçince, hop Mehmet yanımızda, “oğlan boğuldu”yu Murat’a anlatacak. Murat “Nadir abi, bu Mehmet var ya, boyu küçük te olsa, ayakta boat’un küreğini çekebiliyor, biliyor musun?” dediğinde; “Nasıl ya? Anlamadım koca tekneyi kürekle mi götürecek?” diye yüksek sesle soruyorum ki, Memet duysun istiyorum. Duyuyor ve hem “Bu tekne değil abicim, boat, boat” diyor. “Ne botu oğlum, ne teknesi? Boat’la teknenin ne ilgisi var? Sen küreği çekerken güç almak için mi, botlarını giyiyorsun? Bot yerine terlik, ayakkabı olsa fark ediyor mu?”

Memet şaşırmış durumda, bir Murat’a bakıyor, bir bana, “bunlar ne konuşuyorlar” gibi düşünüyor, tekneden terliğe nasıl geçtik anlayamıyor.

“Abicim, Murat abi bot derken, ayakkabı olan botu demiyor, teknenin arkasındaki şu boat’u diyor” diye açıklama getiriyor.

Gösterdiği yöne kıçta bizi izleyen boat’a dikkatlice bakıyorum. “Nasıl, senin boat’u kullanırken, neden botlarını giydiğini anlamadım. Yazın boat giyince insanın ayağı pişmez mi?” diyorum.

Dudağını büküyor. Bir Murat’a, bir bana tekrar bakıyor, göz kırpıyorum. Hemen birkaç gün önceki konuşmamızı hatırlıyor ve gözleri açılıyor, pırıl pırıl.

“Nadir abi, botlarımın bağcığı bileğimi tuttuğu için, boat’ta botlarımı giyiyor ayakta duruyorum, ondan güç alıyorum” dediğinde, bu kez Murat atladı, “Nadir abi, o zaman kıyıya çıkınca, (Söğütlü’de) ben de kendime bir bot alayım” dediğinde “Olur! Memet ile git sana da bir ayakkabı alın ki, bundan sonra karaya boat’u sen yanaştırırsın” dediğimde, Memet’le göz göze idik, gözleri gülüyordu.

Artık Murat’ın saf ve hiçbir şeyden haberi olmayan, Almanya’da yaşadığı için Türkiye hakkında hiçbir şey bilmeyen biri gibi düşünüyor, benimle birlikte Murat’ı işlettiğini sanıyordu.

Her yeni günde tekne işleri bitince yanıma koşuyor, uzakta da olsa Murat’a bir şeyler duyurmaya çalışıyor. Memet’in sesini duyunca, Murat’ta yanımıza gelip, oyuna dahil oluyor, Memet müthiş keyifleniyordu, tatil boyunca böyle sürdü.

Biz de hayatta böyle oynuyoruz, sanıyoruz ki; oyunun içinde oyun hazırlıyoruz.

Google Memet bana çok şey öğretti. Hani insanlar doğru bildiğini sandıklarını, başkasına anlatır da, karşıdaki anladı sanır ya, oysa anlatılan ancak karşıdakinin anladığı kadar, anladığı yanlışlar kadardır. İnsan da anladığı şekilde oyuna girer. Her insan aklınca yaşamında daima oyunlar hazırlar, ama bilmez ki; karşıdakiler de ona hangi oyunlarla cevap vermektedir.

Bizler daima “yaptık”, “ettik”, “oldu” deriz ya, oyunun içinde oyun kurarız ya, kim bilir doğa bize ne oyunlar hazırlamaktadır? Oynadığımızı sandığımız oyun da, kimbilir hangi yeni oyunlara neden olmaktadır?

Teşekkürler, “Google Memet.”

Nadir Elibol

26 Ağustos 2015

 

Comments are closed.