Galatlar Türkler’le


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Ancyra’da Galatlar kararsız, Anadolu zor durumda idi.

Gothlar Balkanlardan Thrake (Trakya)ye kadar inmişlerdi. Sakarya nehrine kadar gelmişlerdi. Sasaniler Parth’ları yola getirmiş, 227 yılında Sasaniler Parth krallığını yıkmışlardı. Persler Ermenistan’ı, Antakya’yı, Tarsus ve Kapadokya’yı işgal etmişken, Sasaniler Mazoka (kayseri), Tyana (kemerhisar)da idiler. Galatlar Kızılırmak Sakarya arasında kalmıştı.

Goth’lar Karadeniz kıyısından Bithynia’yı istila ederek, Pontus’a vardılar. Trapezos’ı (Trabzon) aldılar. Sasaniler güneyden yürüdüler. İkonion(konya) ve Lykaonia kentini alarak Laranda (karaman)’a geldiler. Ve Gölhisar’a (kibyra) Amarion’a (emirdağ) vardılar. Goth’lar Kalkhedon(kadıköy), Nikomedia(izmit) ve Prusa(bursa’yı) Kyzikos’u (erdek) ele geçirdiler. Yıl 270’lere geldi. Bu kez Zerdüstlük Anadolu’da devlet dini haline gelmişti.

Galatlar Gothlar ile Sasanilerin arasına sıkışıp kaldılar. Halys (kızılırmak) Sangarios (sakarya) arasında Ancyra (ankara) (tektasag’lar) Pessinus (ballıhisar) (talistobogi’ler) (balhisar) ve Tavion (trokme’ler) (büyük nefes köy-yozgat) kentlerine sanki hapsoldular.

Bu arada Goth’lar Ephasos’u, Artemis tapınağını da yıkarlar, ana tapınak yıkılınca da Hıristiyanlığın önü temelli açılır.

Avrupa da Kafkaslardan gelen Alan’ların işgalindedir. Germenler İtalya’ya inerler. Başka bir Germen kolu olan Franklar, Galya’yı yağmalar ve İspanya’ya girerler.

Yıl 250-260 olmuştur.

“Anatole”; “Güneşin Doğusu”, “Doğan Güneş” idi. Paganlar yenilmez güneş “Sol İnvictus” ile yeniden canlanırlar. Anadolu’nun baş kenti; Ancyra, 25 Aralık Mithra gününü kutlar, o gün, güneşin doğum günüdür. “Natale Solis İnvicti” eski “dies saturni” “satürnün günü” Cumartesiden sonra güneşin gününün gelmesidir. Güneşin doğum günü Roma’da Sunday olmuştur. Keltler bu günü çok iyi bilirler, ancak artık fayda yoktur. “Dies Dominica”, “efendinin günü”, Paganların “dres solis”i adalet güneşi birbirine karışıp gitmiştir.

Bizans’ın başındaki Constantinus, işin tuzu biberi oldu, 8 Kasım 324 de yeni bir başkent kurdu. Byzans-Galata şehrini seçti. Kelt-Latin ortak düşüncesine hizmetle İskenderiye, Ancyra, Antiocheia, Roma, Atina’nın değerli nesi varsa hepsini bu şehre taşıdı.

Bir de tanrıçanın ellerini daha büyük bir Tanrı’ya dua eder duruma soktu, artık inançlar yıkılmış her şey bitmişti. İsa insanlara daha yakındı. Constantinus, Nikea(İznik)te konsili topladı. Hıristiyanlığın ilkelerini belirledi ve artık diğer dinler bitmiştir, yıl 325 olmuştur.

Vandalların yakıp yıktığı Ana tanrıça, Artemis, Palatin tapınakları ile Anadolu sökülmüş boş sebze bahçesi gibidir.

Güçlü Atila da, Roma’yı yıkar, Persler de Anadolu’yu. Galatlar sıkı durur, akınlar Kızılırmak’ta kalır. Persler aşağıdan ve yukarıdan Kadıköy’e kadar varırlar, yıl 608 olmuştur.

Bu arada Arabistan’da, Bedevilerin çağı başlamıştır. Bizans’ta Roma gibi bitmekte, Persler de eriyip gitmekte, sahneye Muhammed gelmektedir.

Arapların karşısında Galat kalesi Amorion (Emirdağ) düşer ve Tolisto-Boi Galatiası, çöker.

Müslüman Araplar Kilikia (Tarsus) ve Kapadokya’yı da yıkar yakarlar. Bergama’ya kadar inerler, Bizansı sararlar, artık 714 yılında Galatia bitmektedir.

Araplardan kaçan tüm Hıristiyanlar da, Kelt manastırlarına, Galatlara sığınmışlardır. 806 Araplar Ancyra’ya varırlar, 838’de Ancyra yağmalanır. Galatlar Anadolu’nun diğer halkları gibi İslamiyete dönmezler.

Bizans patriği Mihail, papanın fermanını Ayasofia’nın mihrabına koyunca, 16 Temmuz 1054, Bizans ve Roma tamamen birbirinden ayrılır. Hele Roma Ordusunun Harmond ve Frank’larla tekrar Anadolu’ya gelmesiyle, Asya’daki Türklerden yardım isterler; Türkler 1051’de İsfahan’a, 1055’de Bağdat’a, 1059’da Kapadokya’ya gelirler, Anadolu’ya gelme niyetinde olmayan Türkler 1071 de geri dönüşü olmayan bir yol olan Anadolu’ya açılırlar. Türkler de, Kelt yerleşimlerinde yer alır, Araplara değil, Anadolu’daki bu halka, Galatlar’a sığınırlar.

Anadolu’ya gelen Selçuk Türkleri, her çeşit yobazlığa, putperestliğe düşmandırlar. Galatlar gibi heykele, resme eğilmezler. Hoşgörülü ve disiplinlidirler. Yeni Müslüman olsalar da Ural ve Altay da olduğu gibi Şamanlarına da bağlı kalmışlardır.

“Kam” gökyüzü ile toprak arasındaki bağlantının gök tanrı-baba-yüce yaratıcı (tangri) ve daha önce onunla bir olan Toprak-Ana (Umay) arasındaki ilişkiyi unutmamışlardır, tıpkı Galatlar gibi.

Bu nedenle, kale halkları ile Galatlarla Türkler oldukça iyi anlaşırlar, çok az kale onlara direnecektir. Hatta Türkler ordularına Galatları da alacaklar böylece, ilk Kelt-Türk kardeşliği başlayacaktır.

Peki ne olmuştu da, zorla Müslüman olan Türkler, Kızılırmak-Sakarya arasında Galatlarla kardeş olmuşlardı ve sonra onlarla birlikte karışarak ortak yaşamaya başlamışlardı.

Ne idi onları bir arada tutan? Yoksa Türklerin zamanla kabul ettikleri Maniheizm, Budizm, Hıristiyanlık, Musevilik veya İslamiyet gibi dinlere rağmen şuurlarından ve kültürlerinden atamadıkları Şaman öğretileri mi buna neden olmuştu? Anadolu’daki yeni kültürlere ayak uyduran Şamanlık, onları bir arada tutan önemli bir nedendi. Bu yeni Anadolu inancının alt yapısı oluşuyordu. Druid rahipleri ile Şamanların bu kucaklaşması, buluşması veya kardeşliği, bugünkü Anadolu inanç, gelenek ve adetlerini bizlere ulaştıracaktı.

…………..&……………

Şimdi kısaca; Şamanları ile Kızılırmak kenarına gelen Türklere de bir bakalım!

Yeni Müslüman olmuş, İslamiyeti yüklenmiş Türkler; şaman olma, ölüp dirilme, işlevleri, definleri ile İslamiyet’in içinde de bir adacık oluşturmuş, nasip olma, çile çıkartma, erkana alınma, dara durma, dardan inme gibi figürlerle Sufizm’in içinde saklanarak, halkın kültüründe temel taşlarını oluşturmuştur. Bugün bu deyimler ve davranışlar, unutulmuş nedenlerine rağmen sanki batıl inançlar gibi günümüze kadar sessizce ulaşabilmiştir.

Şaman, doğa üstü varlıklar ve olaylarla iç içedir. Şaman olmaya çağrılışı, Şaman hastalığı, vücudunun parçalanıp etin kemikten ayrılışı, çektiği çile, ritüelik ölümü, yeniden doğuşu, şaman ağacında terbiye edilişi ile Şaman Türk toplumunda farklı bir statüdedir.

Şaman, bilinmeyen öteki dünyanın temsilcisi, kutsal bilgilerin sahibi, ruh ile beden arasındaki ara bulucudur, Druid gibidir.

Şaman gören, anlayan ve iletendir. Tıpkı görüp öğrenmek isteyen çırak; öğrenen, anlayan, yapan, ozan ve öğrendiğini öğreten, ileten, aktaran usta Druid gibidir.

Şaman, tıpkı bir Druid rahibi gibi, hastaları iyileştirir, kısırlığı önler, ölen kişinin ruhunu öteki dünyaya götürür, avın bol olmasını sağlar, gelecekten haber verir, dinsel törenleri düzenler, kurban sunar.

Şamanlık aynı Druid’lik gibi dinle ilgilidir, ancak ritüelik din değildir. Kuralları düzenlenmiş ve kurumsallaşmış din yoktur. Şaman; din adamı değildir, ancak dinsel ve toplumsal işlevleri olan, inanca dayalı, toplumsal talebi yerine getiren prakmatik bir kişidir. Tıpla ilgilidir ama tıp da değildir. Toplumsaldır, güzel sanatlarla, kültürle ilgilidir ancak onlarla ayniyet oluşturmaz.

Şaman; aynı Druid rahibi gibi bulunduğu yer ve şekilden farklı bir bilince geçebilir, sanki başka mekanlara gidip gelebilir, ruhların ölümsüzlüğü karşısında onlarla ilişkiye geçebilir, bilgi ve güç alabilir. Bunlar ruhlarının ölümsüzlüğüne inanan Galatlara nasıl da bire bir uymuştu, onlar da bugün bizler gibi şaşırmışlardı, farklı dillerde, farklı renkte ama aynı şekilde düşünebilen ve yaşayabilen insanlar nasıl olabiliyordu?

Druidler soyla geçen yeteneklerini, seçilmişler olarak süslüyorlardı, şamanlar soyla geçen görevlerini, ruhların onları seçimi veya kendilerinin tercihi olarak görüyorlardı. Şaman da, Druid de atalarınca çağrılıyor, terbiye ediliyor, yaşlı bir Şaman/Druid tarafından bu sanatları öğretiliyordu.

Druidler ile Şamanlar Göksel Tanrı’nın dininden söz ediyorlar, yazmıyorlar, söylüyorlar, şarkı ve şiirlerle kendinden geçerek anlatıyorlardı.

Şaman yalnızca yardımcısıyla ve tek başına, Druidler, ozan ve kahinleriyle ormanın uzak bir yerinde, dağ başında, bilinmeyen bir yerde yaşıyor ve ibadet ediyordu.

Şaman; Druidleri şaşırtıyordu, ritüel ölüm anını yaşaması, ormanda, dağ başında çıplak vücudu ile sanki ana rahminde gibi karaağaç veya kara çamın soyulmuş gövdesi üzerinde yemeden içmeden yatması, ölürcesine çile ve eziyet çekmesi, şuurunu kaybederek hastalanması, sonra ruhların yardımıyla ikinci kez aynı bedende kendilerinde doğmaları, sırra ermesi, inisiye merasimi ile daha yüksek bir dereceye çıkışları, duygu ve inançlarının yeniden başka bir şekilde düzenlenmeleri, “seçilmiş insan” olmaları, hayranlıkla onları birbirine yaklaştırıyordu. Tıpkı şamanın ölümü sırasında et kemikten ayrıldığı an ve tekrar temiz kemiğinin etle bürünmesinin, bugün bizlere verdiği keyif gibi. Tıpkı ölmüş olan şamanın, diğer Şamanlarca İlkbahar ve Sonbahar’da elinden tutulup yattığı yerden kaldırılması, şamanlık etmesine usta şamanın izin vermesi gibi.

Bir de Şamanın boynundaki davulu yok mu? Davul eşliğinde dualar okuyup, diğer ruhlara seslenişi, onların yardımıyla ruhunun bedeninden ayrılması ve dönerken göğe yükselmesi, yok mu? Druidler de, Galatlar da, eski Anadolu halkı Frigler de, şaşırıp kaldılar. Şamanlar daha akıllıydı, tören sonunda kendinden geçildiğinde rahip gibi cinsel organını kesip, ana tanrıçaya atmıyordu. “Gal” olmuyordu, aksine göğe yükselişi ile ruhlarla birlikte oluyordu, anlattıklarına göre de, belki onunla sevişip geri dönüyorlardı. Bu nasıl işti? Ne akılcı idi, aynı işi yapıyorlar ve sonucu daha iyi oluyordu, Şamanlar ve Druidler bir daha kucaklaştılar.

Bugün biz de şaşırıyoruz; Şamanın terbiye edilirken kuzeyin kötü bayanının yanında su ruhu ile tanıştırılması, kuzeyin en yaşlı bayanının emzirdiği sırada hava ruhu ile ve sonra kuzeyin ihtiyar bayanın yardımıyla demircilerin patronu Bıday Mahsı/Kıday Baksı ile tanıştırıldığında ateş ruhu ile eğitilmesi ve bunları yaparken de “üç defa dokuz” duraktan geçmesine, son durakta karanlıklardan ışıklı aleme çıkmasına.

Onları bugün destanlarımız da, masallarımız da ve efsanelerimiz de şekil değiştirerek yaşamımızda sürmektedir.

Neden Galatlarda şaşırmasın? Türklerin Şamnalarının Boğaları aynı, ruhu doğuran ve terbiye eden siyah kargaları, üç kargası, bakire kızdan doğan şamanları, davuluna üç defa vurduğu tokmağı, canlı olarak göğe yükselmeleri, ormanın derinliklerinde küçük evleri, göğe yükselen en yüce kutsal ağaç (Aar kuduk mas), ren geyikleri, boynuzları, yüce dağların en tepesi, çam ağaçları, kulaklarında taşıdıkları üç oku, mızrağı, sapanı, üçgen şeklinde öldürücü dokuz sikeresi, (bugünkü muskaların ataları) Druidlerin takılarının aynısı idi.

Biz neden şaşırmayalım; ağaçkakanın sırtındaki oğlan çocuğu ile yaşlı kadının başı üstünde dolanması, çocuğu kadının üstüne bırakmasıyla, yaşlı kocasından hamile kalış, Hz. İbrahim’in yaşlı karısı Sara için yakarışındaki benzerlik, şaman ağacındaki üst dallara doğru tırmanışla benliklerini yüceltmeleri, karanlık kuzeye, kötü ruhların evi deyişleri, ne tuhaf benzer hikayelerdi.

Anadolu Türklerle iyice karıştı!!

Türkler ne yapmışlardı? Onlar İslamiyet’in altında şamanlık ile yerli halka neden bu kadar yakın olmuşlardı? Onlar, bugün kimlerdi? Karıştı kaldı, yine Anadolu. Birileri diyordu ki; Alevi tahtacılar Anadolu’ya gelen bir Müslüman oğuz koluydu, birileri de diyordu ki; onlar Anadolu’nun önce Hıristiyan olan eski halkı Frigleri veya Galatları idi. Ağaçlarla uğraşırlardı, sonradan Türklerin etkisiyle İslamiyete yönelmişlerdi. Belki de, onlar Ağaçeri Türkmenlerdi, orman alanlarına yerleşen Ağaçeri yani orman adamları idiler.

Bilmiyoruz ne belgemiz, ne bilgimiz var; ama sonuçta bugün aynı bölgede yaşayan Aleviler; Horasan veya Suriye yoluyla Anadolu’ya gelen, şamanlarını unutmayan, yeni Müslüman olmuş Türklerdi. Yerli halk, Galatların çocuklarıyla, onlar gibi, dini ilişkilerini hoşgörü çerçevesinde yürütmüşlerdi. Hiç bir zaman diğerlerine İslamiyeti zorla kabul ettirmeye çalışmamışlar, diğerleri gibi zorlamamışlardı.

Sakarya Kızılırmak arasında Anadolu’nun önceki çocuklarıyla bugünlere geldiler.

Sakarya-Kızılırmak arasındaki Hıristiyan Galatların bir kısmı, bir süre sonra Balkanlardan Avrupa’ya geri dönmeye başladılar. Bunlar “dokumacılar”, “babacan adamları”, “garipleri adı” ile Avrupa’ya yayıldılar. “Katharai” adı ile dünyadaki hayatın geçiciliğini Avrupa’ya anlatırken, rahip hiyerarşinin kaldırılmasını, halklara anlatmaya başlayınca, Protestanlığın fitilini ateşlediler ve 13. yüzyılda Katharlar büyük bir özgürlük içinde Katolik Roma’dan ayrı kendi kiliselerini kurarlar.

Papa İnnocent III, Katharlara karşı Haçlı Seferleri’ni başlatınca, 1209-1243 arasında Galatların, bu son çocukları da Avrupa’da böylece yok olup giderler. Ama Anadolu’nun bu çocuklarının düşünceleri onlar artık tarihte olmadığı halde, düşünce ve inançları Protestan Avrupa’da hala yaşamaktadır.

Artık Anadolu’da kalan son Galatlar, tarihteki son görevlerine hazırdırlar. 1402’de Ankara’da bu kez II Beyazıt’ın ordusu yanında yer alırlar, Timurlenk’le savaşırlar. Bu önemli yakınlaşma II Mehmet ile perçinlenir, Galatların Anadolu’da kalan son çocukları, eski Hıristiyanlar bu kez devşirmesi Yeniçeriler olarak Türk ordusunda yer almaya başlarlar. Onlara Bizansın eski dış mahallesi“ Galat” ile GALATA’daki eski kardeşlerinin yardımları ile kendi tarihlerini noktalanırken, ileride başka bir tarih ile (1453) Türklerin tarihinde yeni bir başlangıcı yazacaklar, sonra da aralarımızdan ayrılıp gideceklerdi.

Gördüğünüz gibi, Galatlar Avrupa’dan Anadolu’ya gelen Kelt kardeşleri gibi, bu kez Hıristiyan gömleğiyle yine yollara düşerek, geldikleri Avrupa’ya Hıristiyan gibi geri döndüler. Anadolu’da Sakarya-Kızılırmak arasında kalanlar da zorla Müslüman yapılmış, Müslüman gömlekli Türklerle Şamanlarıyla, yollara düşmeden, birlikte kalarak, ortak yaşamımızı hazırladılar.

Galatlar, anıları ve geleneklerini sanırım Anadolu duvar kiliminin dokumasında yer alan kalın bir iplik olarak bugün Türk Alevi köylerine emanet edip, kaybolup gittiler.

Tarihte liderler, komutanlar kayıt edilir, ancak onların arkalarında söylenmeyen halk yığınları vardır. Anadolu halklarının adı ister Hitit, Hurri, Frig, Galat, Yunan, Romalı ister Türk olsun. Hepsi Anadolu uygarlığının biçimlenmesine katkıda bulunarak, derinden ve sürekli etkileşerek bugünkü geleneksel Anadolu davranış biçimini oluşturmuştur.

Aziz Hieronymos’un öyküsündeki gibi; çölde kaybolmuş bir çöl babasının uzun zaman sonra karşılaştığı kişiye “söyler misiniz lütfen, insanoğlu ne alemde? Eski kentlerden yeni haykırışlar yükseliyor, hangi imparatorun dünya şimdi?”

Bugün Anadolu’da onların çocukları olmaktan, Galatlar ve onlardan öncekilerinin, Türkler ve Türkmenler ile karşılaşmaları sonucunda Asya’dan getirdikleri Şaman kültürünün, İslam süzgecinden geçmiş, Hıristiyan etkisindeki buluşması ile Alevilik ve belki çok yakın soydaşları olan Tahtacılar olarak günümüze gelen Kelt-Türk kardeşliğinin, Anadolu’nun bu özel insanları ve onların yaşattığı gelenekleri önünde saygıyla eğiliyorum. Bizden sonrakilere de onların emanetini taşımaktan gurur duyuyorum.

Nadir Elibol

Ankara, 10 Nisan 2006

Comments are closed.