Elif Otel


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Yedi gümrük müfettiş muavini, Ankara’da, müfettiş Atila Koruyan’ın yanında 5-6 gün kaldı kalmadı İstanbul’a gönderildi ve herkes dağıldı. Yerini yurdunu bilmediğimiz, Karaköy’de Yolcu Salonu’nun yanındaki, Başmüdürlük binasının 2 katına gideceğiz. “Bulursunuz” dediler, bitti. Bulursunuz, kolay mı? Turan, Ender, Nazım İstanbul’u hiç görmemişler, Zeki, Ben, Sedat görmüşüz. Harem neresi, Kadıköy nerede, biliyoruz, Karaköy’ü de duymuşuz ama nasıl gidilir bilmiyoruz. Savaş’a gelince, “biliyorum ablamlar Bakırköy’de” falan diyor ama daha sonra bunun palavra olduğunu anlıyoruz, meğer İstanbul’u hiç görmemiş.

Karaköy’de Teftiş Kurulu’nu bulmak tamam da, kalınacak otel daha önemli imiş, hep bunu anlattılar, defalarca tarif ettiler. Bugün Kadıköy’de iskele yanında otobüs duraklarının olduğu yerde, Şinasi Sahnesi’nin girişine bakan alanda o zamanlar birahaneler, pasajlar

Elit Otel sakinleri Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları, Bankalar Murakıpları ve Gümrük Müfettişleri soldan sıra; Toper, Mehmet, Mehmet Çekinmez, Durmuş, Sedat, Nazım, İbrahim, Zeki, Ferhat, Ben, Mustafa

44

vardı. Pasajların hemen arka sokağında Elif Otel diye zamanın büyükçe bir oteli vardı. Tüm müfettişler, murakıplar ve hesap uzmanları orada kalırdı. Sonradan anlıyorum ki, şehirden uzak tutmak için burası seçilmiş. Teftiş Kurulu Başkanlıkları bu otelle anlaşmış gibi. Maliye, Ticaret, Gümrük (o zamanlar bunlar en önemli Müfettişlikler) Tekel, Ziraat Bankası, İş Bankası Müfettişleri, Hesap Uzmanları, Bankalar Yeminli Murakıpları hep aynı oteldeyiz.

Elif Otele geçmeden önce ben, Nazım, Savaş birlikte İstanbul’a otobüs ile geldik. Ben yolu biliyorum ya, Harem’de indik, “şimdi gemiye bineceğiz” dedim. Savaş İstanbul’u bilir gibi güverteden denize bakıyor. Galata köprüsüne baktığını görünce “Ne büyük gemi değil mi?” dedim. Biliyormuş gibi köprüye baktı ve “Evet çok büyük bir gemi” dedi. Nazım ise belki İstanbul’u hatta denizi yeni görmüş, hayranlıkla kendinden geçmiş, gece ışıl ışıl İstanbul’u seyrediyor, denizin üstünde ay ışığı Topkapı Sarayını seyrediyoruz. Ben, birden “Nazım, bavulun nerede?” dediğimde, Nazım İstanbul’un gerçeğini o gece anladı. Sonra bu koca İstanbul’a Başmüdür oldu. “Bavul bırakılır mı? Çalarlar ulan burada” dedim. Sonraları Nazım’ın bavulu bacaklarının arasından hiç çıkmadı.

Feribottan indik, Nazım Sirkeci Garı’nda bizden ayrıldı. Sirkeci’de Savaşla ben trene bindik, o ablasına Bakırköy’e gidecek, ben de Bakırköy’den hemen bir taksiye atlayıp, Şirinevler’e, amcama gideceğim. İstanbul’da yıllardır yaşayan, yazları gelip gittiğimiz, babamızın himayesinde gezdiğimiz İstanbul bence çok kolaydı. Pazar günü dinlenecek, pazartesi işbaşı yapacaktım.

Bakırköy’de trenden indik. Ben taksiciye bizi dolaştırıp, kazıklamasın diye bilgiç bir eda ile “Önce arkadaşı Bakırköy’e bırakacağız, sonra beni Şirinevler’e atacaksın” dedim, ama daha

45

ilk soruda karizma bitti “Abi, arkadaşı nereye bırakacağız?” Savaş elindeki adres yazılı kağıdı verdi ve bizim havamız söndü. 15- 20 dakika dolaştıktan sonra önce Savaş’ı bıraktık, 10-15 dakika sonra da ben Şirinevler’de amcamlarda idim.

Sabah erken bir dolmuşla Aksaray’a indim. Elinde zimmetle verilmiş, sapı koptu kopacak, kimbilir kimden kalmış bir deri çanta ile takım elbiseli bir adam, Karaköy’e taksi dolmuş beklemeye başladım. Gelen kapıyı tutuyor, dolmuşla birlikte koşuyor, dolmuşa kadın, erkek demeden atlıyor. Bir 10-15 dakika acemilikten sonra ben de bir dolmuşa kendimi atabildim. Çok erken çıktığım için yanına verildiğim Coşkun Özışık üstat’tan önce Karaköy’e geldim. Ender, Turan hariç yavaş yavaş kurulda toplandık, ikisinin memuriyetle ilgili bazı işleri varmış, Ankara’da kalmışlar. Hemen oteli ne yapacağız, falan konuştuk. Savaş ilk günden olay çıkardı. “Ablam otelde kalmama izin vermiyor, babam olmaz dedi, bir kilo baklava götürsem, ablamda bir ay kalırım” demeye başladı. O günden sonra adı artık her işte, her birlikteliğimizde “Sen artık bir kilo baklava ile idare edersin”e çıktı.

Akşam son kez amcamlara gitmek için mesaiden Savaşla birlikte çıktık. Sirkeci’den, Bakırköy ve Şirinevler yapacağız. Trenden indik, ben sağa sola baktım, dün gece indiğimiz istasyona göz attım. Savaş’tan gelen “Nadir, bu ev ablamların evi!!!” sözü ile yıkıldık. Ablasının evi istasyonun öbür yanında idi. Onun İstanbul’u bilmediği, benim Bakırköy’ü bilir gözükmem yerlere serildi, dün 20 dakika gezdiren taksi şoförünün tüm yaşayan ve geçmişteki akrabalarıyla gülüşerek, tanıştık, ana, avrat dahil…

Ben otele Nazım’la çıktım. Elif Otel’de Erdener bizden önce gelmiş, orada yaşıyor, yol yordam biliyor. Sedat’a Erdener gel demiş, biz de katıldık, 4 kişilik bir odaya yerleştik.

46

Erdener Demirağ, Cevat Yücel ile bizden 6 ay kıdemli, korkunç bir fark! Arada Nurettin Ergün var bizden 3 ay kıdemli, Gürsen Yalçın da, Erdener Demirağ’dan 6 ay kıdemli ki bizim yüzümüze bile bakmıyor.

Neyse yerleştik. Bavullar yatağın altına sürüldü. Tek takım elbise askıya asıldı. Odanın giriş kapısının hemen yanında Nazım’ın yatağı, onun başucunda benim yatağım. Erdener’in yatağı Nazım’ın karşısında (pencere önü, çok önemli) Sedat’ın yatağı benim karşımda, kapının yanında dolap var, dolabın yanında yüz yıkamak için lavabo, anlayacağınız tuvalet yok, tek tuvalet dışarıda koridorda, 8-10 oda onu kullanıyor. Banyo yapma imkanı yok.

Yerleştik, akşam Erdener hariç üçümüz yedik, içtik, yaklaşık adam başı 5 TL ödedik. Masada kuş sütü eksik. Sabit yevmiye ile birlikte 3.540 TL dahil maaş alıyoruz, imparator gibiyiz. Gece çakır keyif odaya geldik. Erdener uyumuş, sessizce soyunup, yataklara kıvrıldık. Sedat sürekli geğiriyor ve gaz çıkarıyor. “Ne yapıyorsun arkadaş? Odada dört kişiyiz, oda küçük” falan diyorum. “Benim midem rahatsız, bağırsaklarım hassas” falan diye hikaye anlatıyor. Bir şeyler demek istiyorum, okuldan da çok samimi değiliz, susuyorum.

Sabah martı sesleri ve Ocak ayında, pencereden giren boğaz ayazı ile kendime geldim. İçerisi buz, pijama fayda etmiyor. Gözümü açtım ki; Erdener yatağın üzerine çıkmış ellerini, kollarını sallıyor, bacaklarını açıp, kapatıyor, eğilip doğruluyor, nefes alıp veriyor. Allah Allah! Adam jimnastik yapıyor. Çok az kişi bilir, Erdener iyi jimnastikçidir. Adam benden kıdemli, daha kurula gelişimizin ilk haftası, nasıl davranacağımı bilmiyorum. Yorganı kafama çektim. Jimnastiğin bitmesini ve pencerenin kapanmasını bekledim. Yarım saat içinde traş, giyinme ve herkes odayı terk etti. Nazım’a “Kardeş bu nasıl işti, biri geğiriyor, gaz çıkarıyor, biri

47

pencereyi açıp spor yapıyor, biz ne yapacağız?” dedim. Nazım’dan cevap yok.

Akşam erkenden geldik. Sedat, Mehmet Sazcı diye bir maliye müfettişi muavini var onunla takılıyor, hemşehrisi gibi aklımda kalmış, erkenden uyuduk, diğerlerinin odaya geldiğini hatırlamıyorum bile. Ne yapsam da bunları bu davranışlarından vazgeçirsem? Odayı terk etsem, dört kişilik oda 30 TL, adam başı 7,5 TL, iki kişilik oda yapsak 15’er Tl ödeyeceğiz, düşünüp durdum, uyumuşum.

Sabah herkesten önce kalktım, çırılçıplak soyundum. Herkes uyuyor, lavaboda traş oldum, yüzümü yıkadım, sonra belden aşağı sabunlandım, lavaboya dayanarak cinsel organımı durulamaya başladım. Çarşafın arasından bana şaşkın gözlerle bakıyorlar, ama bir şey diyemiyorlar. Birkaç dakika sonra Erdener “Arkadaş sen ne yapıyorsun? Biz orada yüzümüzü yıkıyoruz” dedi. Ben de “Herkes nasıl her sabah yüzünü yıkarsa, ben de belden aşağısını her sabah yıkarım, bunda ne var ki, otelde banyo yok ki, hem lavabo yine tertemiz” dedim. Sessizlik oldu, ben giyindim, herkes kalktı, dışarıda el yüz yıkadılar. Hiç konuşulmadı, dağıldık. Nazım “oğlum sen manyak mısın? Neden çırılçıplak soyundun? Hiç böyle bir şey görmedim, duymadım” dedi. Ben de “Evet, ben de ilk kez yapıyorum, herkes her istediğini yapamamalı” dedim. Nazım söylediklerime inanmış gibi gemiye yürürken, hala soruyordu “Nasıl soyundun, utanmadın mı?” diye.

Akşam geldiğimizde Sedat ve Erdener odadan ayrılmış, başka odaya geçmişti, gerile gerile 4 kişilik odada iki kişi yattık. Ta ki ertesi akşama kadar. Oda dört kişilik ya, gece yarısı kapı açıldı, birileri geldi. Yatakları ve bizi karanlıkta yokladılar. “Pardon?” falan diyerek boş iki yatağa yattılar. Ne halt edeceğiz, otelci söylemişti bu oda dört kişilik diye ve gece müşteri almıştı, sabah misafirlerimizle

48

tanıştık. Gece ışığı yakmamak için yatakları yoklamışlar diye düşündüklerimiz barda çalışan kemancı ve klarnetçi idi ve her ikisi de kördü.

Biz de ertesi akşam iki kişilik odaya geçtik ve 2-3 ayı Elif Otel’de geçirdik.

Çok akşamları Nazım’la birlikteydik, otelin hemen önündeki birahaneler mekanımız oldu. Alkolikler, akşamcılar, tektekçiler ve kravatlı müfettiş muavinleri yeni dost grubu. Nazımı, bu iyi adamı çok beğeniyorum. Okulda çok samimi değildik ama burada birbirimize çok yakın hissettik.

Mayıs 76 Elif Otel sakinleri yine para harcıyoruz.
Soldan sırasıyla; Zeki, Sami, İbrahim, Toper, Durmuş, Ferhat, Zeki (Kostum) rahmetli Naci Yatmaz, Mehmet ve Ben

Her akşam ızgara, patates kızartma söylüyor, bira içiyoruz. Kadın kız konuşurken de, ben uyarılma ve cinsel güç hakkında atıp tutuyorum, çünkü Nazım bu işlere çok uzak ve bilgisiz.

49

“Şöyle yaparsan, böyle olur”, “şunu yersen böyle yaparsın” falan diye sallıyorum. Gözüme hardal kavanozu takıldı. Ona doğru eğildim, etrafı kontrol eder gibi yaptım. “Ulan garson görmeden bundan bir kaşık ağzına at” dedim. Konu ile ilgili olduğunu hemen anladı. Ben yemeğime döndüm. O da etrafı kontrol ederek, ağzına hardal dolu kaşığı boşalttı. Bağıracak, ağzı yanıyor, ben hızla “yut ulan, garson görecek” diye korkutuyorum. Ekmek, su, salata, tekrar ekmek, gözlerinden yaşlar akıyor, nefesi kesilmiş “bu neydi lan?” dedi. “Ben senin için getirttim, çok pahalı, etle yenir ama esas işi karı-kız işine çok yaramasıdır” dedim, inandı. Ancak bunun doğru olduğuna Ender ile birlikte yaptıkları gezileri duyunca ben de inanmaya başladım. Her akşam birahanede Nazım garsona dönüp “kardeş, hardal getirir misin?” dediğinde, onun bu işten fazlası ile fayda gördüğünü anladım. Ben de artık hardal sever oldum.

Muavinken her istediğimizi yapamadık belki ama hiç yapmadıklarımızı da yaptık. Yapamadıklarımızı ve yaptıklarımızı hep tebessümle hatırımızda tuttuk.

50

Comments are closed.