Don Kilot İhracatı


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Çok heyecan verici, heyecanı kadar öğreticiliği de en yüksek bir ticari çalışmam. Eski Gümrük müfettişim ya, benden iyi ihracat işlemini kim bilebilir düşüncesindeyim. Hemen her olayın üzerine atlıyorum, yıl 1991.

Yeğenim Haldun textil ihracatında senelerini vermiş, İstanbul’da çok büyük firmaların ihracat koordinatörü, ihracat direktörü, süpervizör görevlerini yürütmüş, kendini sektörde ispat etmiş birisi. Telefonla aradığında “Abi, Sinop’ta Söksa diye bir firma var, kamu iktisadi teşebbüsü, elinde çok büyük miktarda don, kilot, atlet, fanila var, bunları alabilir miyiz?” dediğinde, araştıralım dedim. Hemen araştırmaya başladım. Söksa’nın genel müdürlüğünün Ankara’da bürosu var. Genel müdür, sekreteri ve birkaç dış ticaret personeli burada çalışıyor. Genel Müdür’de bir hafta Sinop’ta, bir hafta Ankara’da. Randevu aldım. Bigen Ganizade isimli bir İranlı ile evli, dış ticaret personeli, eşyanın ihracata hazır olduğunu söyledi, birkaç numunesini gösterdi, fiatta çok iyi, karar vermeden numuneleri Haldun’a ulaştırdım. Birkaç gün sonra “Abi, mal çok iyi, fiatı biraz zorla malı kapatalım” dediğinde, tekrar genel müdürün önünde idim.

Genel müdür daha odaya girerken, Mülkiye rozetime takıldı, “Mülkiyeli misiniz? Kaç mezunusunuz? Ne iş yapıyorsun?” ile sohbet başladı. Daha önce o da benim gibi devlette çalışmış, o zamanlar Kalkınma Bankası mensubu iken, Söksa’nın yönetimine getirilmiş, benden iki sınıf sonra, ancak tanımıyorum, ortak arkadaşlar yaratmaya çalışıyorum, olmuyor. Ankara bürokratları ile kontağı yok. Mülkiyeliler Birliği ile pek bağlantısı yok. Okuldan uzak biri, bu hali ben de ona karşı bir zayıflık ve yetersizlik hissi yarattı. Biraz aptal mı diye düşünüyorum, ön yargı ile. Kafası az çalışıyor diyorum, aklımca.

Pazarlığa başladık, ayrıca hem ürkek, hem de korkak. Odaya Bigen (sonradan Ganizade ile  Çitosan’da çimento ihracatında tekrar karşılaşacağım) hanımı çağırdı. Bir de genç delikanlı geldi. Ben fiatı Haldun’un önerisiyle aşağı çekmek istiyorum. Onlar da “tüm eşyayı alırsan”a işi getirmek istiyorlar. 180.000 parça mal var, yaklaşık iki tır dolduracak. Pazarlık sonunda bir fiatta anlaştık. Paçal bir fiatta anlaştık. Mal 12 cent gibi bir fiatta geldi.

Hemen Haldun’a fiatı ilettim. Çin’de box’larda (vakumlu kutular) iç çamaşırı ihracatı Avrupa’da moda olmuş, Çinlilerin ki Avrupa’da 15-16 cent civarında, Türkiye’de en basit, en ucuz fiat 40 cent gibi, Avrupa’ya 25-30 cent’ten Türk kilotları satılıyor. Çünkü Türk pamuğunun lifleri uzun ve dolayısıyla çok kaliteli, tek rakip Mısır pamuğu, o  kısa lifli, dolayısıyla daha az dayanıklı ve biraz ucuz. “Satarız ama abi, daha rahat olsun. Bu 12 cent fiatı, CIF Londra teklif et” dedi. Haldun’un bu tedbirli tavrı beni de etkilemiş olacak ki, genel müdüre teklifim “kardeş don ve kilot’la CIF 9 cent, atlet, fanilaya da 10 cent fiat veriyorum, verirseniz tüm malı alacağım” şeklinde oldu.

Aradan bir gün, iki gün, üç gün geçti, cevap gelmedi. Telaşlandım, işi bozdum, malı kaybettik diye düşünmeye başladım. Haldun “Neden yaptın abi?” diye sorarken; ortak ihracat yapacağım arkadaşım Özden’de “işi bok ettin ulan, büyük iş kaybettik. Ulan! Bir partide 10 cent koysak 18-20.000.-$ kazanacaktık” dediğinde, ben de kendimi sanki iş bitmişte 20.000.-$ kaybetmiş gibi hissettim. Bir, iki TIR mobilya gibi işlerimiz oluyor, adam başı 3-4.000.-$ kazanıyoruz. Bu olayı kaybettik diye herkes üzüldü, ben de kendimi suçladım. Sonra İngiltere için Haldun’u sıkıştırdım. Numune İngiltere’ye gitmiş, okeylenmiş, malın toplamına 28.000 pound vermişler, çıldırdık, iki misline satıyorduk.

Bir hafta, on gün geçmişti, Söksa’dan aradılar, teklifime “evet” dediler, biz de coşku tavan yaptı tabii ki, benim de karizma iyice arttı.

Bu sevincimiz uzun süremedi. “Abi biz gecikince İngilizler vazgeçti” demesin mi? Sözleşme imzalanmış, kaparo gibi bir para verilmiş, mallar paketlenmiş, nakliye programı bekleniyor, dağıldık.

İngiltere’de arkadaşlarım var, hem Ömer’i aradım, bir de Mehmet adlı bir arkadaşım var ki; Londra onun avucunun içinde. Hemen numuneler gönderildi. Kim işi çözerse, kazancı onlarla bölüşeceğiz. Alış fiatlarımızı bildirdik. Yüksek satalım bu kez Özden, ben, Ömer veya Özden, ben, Mehmet parayı bölüşmeye hazırız.

Malın parasını Özden ve ben topladık, Söksa’yı ödedik. Malların yüklemesinde olmadan (mala çok güveniyoruz ya) TIR’lara konuldu, Sinop, İstanbul, Londra yolculuğu başladı. Ömer bir depo ayarladı, malı indirdik. Mal tamam, şimdi numuneler elde pazarlamaya çalışılıyor. Malı gerisinin olmaması ve bunun bir parti mal olduğu, pazarı dolayısıyla satışı etkiliyor. Üç-beş görüşmeden sonra malı bütünün devredilemeyeceği anlaştık. Parti parti satışa geçildi, atlet ve fanila hem tükendi, sevindik. Oysa bu mallar partinin lokomotif eşyası imiş, bu mal bitince don ve kilotlar elimizde kaldı, 100.000’nin üzerinde don var. Depocuda, hem devredilecek denilen malın depoda kaldığını görünce “hadi! hadi!”demeye başladı.

Mal satılamayınca, Özden’le benim Mülkiye’den arkadaşımız olan Ömer, “Kardeş, Londra’ya sizler de gelin, birlikte karar verelim, işi bana bırakmayın” dedi. Özden tereddütlü, hem ilk kez yurt dışına çıkacak, hem para gerekiyor. Neyse biletler, vizeler hazırlandı, Londra’dayız. Don ve kilotlar dağlar gibi yığılı duruyor. Akşam üç arkadaş yer içerken, bu eşyanın maliyetine verilmesine, zarar oluşmamasına karar verdik. Depo ve seyahat masraflarını hesapladık, fanila atletten kâr ettik ya, verelim gitsin, maldan kurtulalım dedik. Yine 2-3.000.-$ para kazanacağız, büyük hayallerimizden vaz geçtik.

Ertesi günü Mehmet’in telefonu bizi canlandırdı. Hint’li bir müşteri donlar için bizi bekliyor. Kuzey’de deposu varmış ve pazarcılara hakim imiş, hemen numune donları aldık, düştük yollara…

Londra’nın tekstilcilerin olduğu, kuzeyde “Tothannem Cordroad” gibi aklımda kalmış, fabrika, antrepolar, minibüsleriyle zenci pazarcılar önümüzden geçiyor. Bir hanın ikinci katına geldik. Kafasında sarığı ile Hintli bizi bekliyor. İngilizcesi benim kadar. Mehmet’le ikimiz karşısında oturduk, Mehmet kahve istedi, numuneleri çıkardık. Fiatı biliyor, önceden konuşmuşlar, vereceğiz bitecek. Bana döndü “Bay Elibol şu sandalyeyi alınız, kapının koluna kilodu geçirin, sonra sandalyenin ucuna kilodu takarak, kilodun lastiğini gergin hale getirin” dedi. Kapı kapalı, kilot sandalyenin koluna takılı, kilot gerilmiş yerime döndüm. Kahveler içildi. Yoksulluktan nasıl servet yaptığını anlattı. O sırada İspanya’dan iki TIR şampanya siparişi verdi, hesaplaşırız dedi. Bizi etkilemek için yapıyor sanmıştım. “Biz de güven çok önemlidir. Ben alırsam, er geç para sizindir” gibi laflar söylüyor. Bu malı alıp, parayı sattıktan sonra mı verecek diye aklımdan geçiriyorum. Çekmeceyi açtı, konuşulan parayı Mehmet’e doğru uzattı. Ben sattık bu iş bitti derken, “Elibol, şu kilodu bana getirebilir misin?” dedi ve benden sandalye ile kapı koluna gerilmiş kilodu almamı istedi. Bana iş yaptırmasına da hafiften bozuluyorum. Kilodu aldım. “Aman Allahım” kilodun beli iki misli büyümüş, elimde sallayarak getirdim. Hint’li gülüyordu. “Olmadı” dedi, masadaki parayı geri çekti. “Ben bu malı alamam, bunun lastikleri yatık, bu mal 2-3 sene öncesinin malı, satılması mümkün değil” dedi.

Hani her şeyi bilen, ihracatın kralı olan Nadir, ne oldu biliyor musunuz? Oturduğum koltukta ben Hintliyi göremiyor, bacaklarım da yere değemiyordu. Ben küçülmüş gitmiştim.

Benim donup kaldığımı görünce, Mehmet’e döndü “Aşağıda zencileri gördünüz değil mi? Onlar pazarcıdır. Şimdi benden aldıkları malın yanına, zorunlu olarak sizin malınızdan da birer ikişer koli vereceğim. Ancak onlar bu malı bu şekilde yok edebilirler” dedi. Aşağıdaki depoculara diafon ile seslendi “yarın her gelene 2.000 kilot, 1.000 don vereceksiniz, kilot 4 cent, don 5 cent, herkese duyur” dedi. Masada duran iki deste paranın birini geri aldı. Birini Mehmet’e uzattı ve “Yarın sabah malı aldırıyorum” dedi.

Hiç konuşamadım, ustanın önünde çırak nasıl durursa, sessizce ben de ustanın oynadığı tiyatroyu seyretmekle yetindim.

Hani, o Söksa’da aptal dediğim genel müdür, ucuza kapattım dediğim mal, ne olmuştu? Ben, o günden sonra karşımdakini hep benden daha akıllı olarak gördüm veya düşündüm. Onlar için önyargılı olmamaya çalıştım. Hintli sayesinde ticarette daima saklı bir sır vardır diye düşündüm. Aldığım tedbirler ile olağanüstü durumlar dışında, kaybımın daima en düşük düzeyde kalmasını, kazancımın da en yüksek seviyede olmasını sağladım.

 

Nadir Elibol

Nisan 2017

 

Comments are closed.