Boksör


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

İstanbul yolcusuyum, uçak, araba uymadı. 05:30 otobüsü beni bekliyor. 04:30’da evden ayrıldım, beş dakika, on dakika daha uyusam uyuyacağım. Sevgili eşim de dönüşte uyusun diye 04:50 AŞTİ’deyim, salonda dolaşıyorum.

Yazıhanelerde soluk ışıklar, başı masanın üzerinde kolunu yastık yapıp uyuklayanlar, sessizliği bozan bir iki çığırtkan dışında, duvara dayanmış uyuklayan başlar. Büfelerde başı arkaya düşmüş, pişmaniye kutuları üzerine uzanmış bayat simitler gibi yan dolabın üzerine uzanan satıcılar. Gazete bayi daha kapalı, henüz gazete bile gelmemiş, kitapçı ortalıkta yok, tabi dolayısıyla tek kitap alan bile yok, ben kitaplara bakıyorum.

Yazıhanelerin sonuna geldim. “Angara Cafe”de kimse yok, sandalyeler boş, geri dönüp bankları izleyerek yürüyorum. Eskiden şarapçılar, dilenciler buralarda uyukluyor olurdu. Şimdi müşteriler değişmiş, kılık kıyafet düzgün, üstlerine bir bez örtülmüş, kadın, erkek, çocuk, genç yaşlı tüm banklar dolu, sıra sıra dizilmişler, tek boş yer yok. Ayaklarımın ucuna basarak yürüyorum. Ancak, yüzler buralı değil, onlar Suriyeli göçmenler, kaçkınlar, evet otogarı mesken tutmuşlar, tamamı uyuyor, tek oturacak yer yok. İleride birbirine sarılmış bir karı koca var, erkek şehvetle karısına bakıyor ama kucaklarında çocukları var, etrafta da uyuyan insanlar. Tek onlar uyanık kadının güneş gözlüğü saçlarının üzerinde, daracık kumaş pantalonu ve ipeksi bluzuyla çok alımlı, dikkat çekici.

Koridor bitti, oturacak yer yok. Tekrar yazıhaneler tarafına geçtim. Otogara bir adam giriyor, iki çığırtkan orta yerde, adam elindeki koca kutuyu bir büfenin önüne koyuyor, sandalyedeki adamı dürtüyor, “simitleri getirdim abi” açım, ilaç içmem lazım, taze simitlerin ilk müşterisi ben oluyorum. Şu bayat poğaçalar ve streç filme sarılmış bayat gözlemelerin yanına taze simitler diziliyor.

Otobüs gelmiş mi diyerek, ara kapıdan terminal alanına çıkıyorum, saat 05:05 olmuş.

Gidiş terminalinde tek otobüs yok, yoksa 05:30 otobüsü geliş terminaline gelmiş olabilir mi diye düşünüyorum. Gizliden telaşlandım. “Yoksa Kamil Koç başka bir yerden mi kalkacak?” diye düşünmeye başladım. Terminal alanının sonunda ışıklı panosu ile “Bahçe Cafe” yazıyor, hızlı adımlarla yürüyorum, “sabah çayı içer, otobüsü gözlerim” diye oturuyorum. Angara Cafe gibi orada da kimse yok, kapının kenarında iki garson sandalyelerde uyukluyorlar, geri döndüm. Camdan bakıyorum, komşu Suriyeliler uykudalar.

05:09’da “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diye kulağımda patlayan hoperlörün önünde canlanıyorum. Sıçramadım, ama boş bulunmuştum, sabahın sessizliğinde, ayrıca uyuyanları gördükçe daha da, yavaş ve sessiz yürümeye başlamıştım. Korkum ondan kaynaklanmıştı. Gülmeye başladım, inanç ne kadar güçlü idi, zavallı insanlar ezan ile birlikte bankların üzerinden doğrulmaya başlamışlar, birkaç genç dışında tüm uyuyanlar ezan süresince, kalkıp toparlanmışlar, ben onlara acıdı, onlar da belki de elimde çanta ile sabahın ayazında dışarıda yürüyen bana. Yine adımladım bütün terminali.

Şişman bir genç kadın yanıma yaklaştı, çantasını bırakıp, tuvalete gitti. Ben de onun çanta ve valizini sahiplendim. Gizliden onu beklemeye başladım. Kadın geri dönünce ıslak mendil çıkardı elini sildi, kitabını eline aldı, teşekkür eder mi diye bekledim, baktım ses yok, yürüdüm, gittim.

Terminale bir otobüs giriyor, hızlandım. 16 numaraya yanaştı, Kamil Koç 05:30 İstanbul “Yaşasın benim otobüs.” Hemen gidip oturmak istedim. 05:15 daha kapılarını açmadı. “Nasıl olsa yolda oturacağım” diyerek, bir uçtan bir uca, terminalde bir tur daha atayım dedim. Tekrar yürümeye başladım. Bu kez ardımda 45-50 kg’dan zayıf, sol gözünün çevresi morarmış, beyaz gömlekli bir adam geliyor, gömleğin sağ tarafı pantalonun içinden çıkmış, üstü başı temiz biri. O da benimle ardımdan peşim sıra yürüyor, peronların sonuna kadar. “Bahçe cafe”ye tekrar geldim. Arkamda yürüyenden tereddütlüyüm ya, hemen döndüm, ona doğru yürümeye başladım. Genç adam en çok 35’inde falan elleri cebinde bana doğru geliyor. Birden durdu, elleri cebinden çıkardı. Sol yumruğu göğsüne yakın, sağ yumruğu biraz önde, sağ ayağını öne atarak gardını aldı. Hafifce kaldırımın sağına doğru çekildim. Bir sağ, bir sol, bir sağ kroşe attı, durdu, ellerini cebine soktu. Önünde kimse yoktu ve havayı yumrukluyordu. O da benim gibi geri döndü, benim ardımdan tekrar yürümeye başladı. Ben artık ona bakmıyorum. Sabah sabah beni birine benzetti diyerek adımlarımı hızlandırdım.

50-60 metre ileride muavin otobüsün kapısını açmış, otobüsün iç ışıklarını yakıyor, ben yaklaşırken, merdivenleri iniyor “Bagaj var mı abi” dediğinde “05:30 İstanbul değil mi?” diyerek otobüse hemen kendimi atıyorum.

Otogarın kapısından beyaz gömlekli içeri girdi, bir oh çektim. Terminal alanı bomboş, koltuğuma oturup gelecek İstanbul yolcularını bekliyorum. İki gencin yanına, bu kez iki sevgili geldi, dördü de otobüse bindiler, rahatladım, ortalıkta muavin yok, bir süre sonra muavin de kucağında bisküvi ve fantalarla döndü, “yırttık” gidiyoruz, dedim.

Kapıda çocuklu, uyumayan Suriyeli aile belirdi. Onlar da küçük kızlarıyla yanımdaki koltuğa yerleştiler. Yerleşme dikkat çekiciydi çocuk ve kadın ön koltuğa oturtulmuş, adam da kafasını koydu ve uyudu.

Dışarı bakmak daha uygun idi, bu kez ön camdan beyaz gömlekliyi otobüse doğru gelirken gördüm ve “Eyvah” dedim. Otobüsün önüne geldi, eller cepten çıktı, etrafa baktı. Yumruklarıyla gardını aldı, sağ, sol, sağ kroşelerle tekrar havayı dövdü, hiçbir şey olmamış gibi otobüse arkasını döndü, elleri ceplerinde yürüdü gitti. Bu kez kaldırım kenarında durdu. Sanki önünde düşmanı varmış gibi bir iki kroşe daha attı. Sanırım bu boksör eskisi, zararsız bir deli idi. Kimseye vurmuyor, bina içine girip çıkıp bizim otobüse geliyor, önünde bir iki yumruk atıp, geri dönüyordu, “inşallah bizim yolcumuz değildir” diyorum. “Yanıma gelip oturur mu?” diye dert etmeye başladım. Saat 05:30 otobüs birkaç yolcu daha aldı. Boksör otobüsün kapısı önünde, şoför boksörün yanına geldi, konuştular.

Araba çalışıp, şoför geri vitesle parktan çıkarken, açık ön kapının önünde bir boksör, bir de muavin kalmıştı. Hem boksör, hem muavin otobüse binecekler diyorum ama muavin otobüse arka kapıdan atladı, kapı kapandı. Boksör kaldırımın kenarında otobüse bakıyor, sağ, sol, sağ kroşeleri ile havayı dövüyordu. Ben de nefesimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

Yolculuk boyunca düşündüm ki; ben de pek çok kişi gibi, kendim önemli zannettiğim sorunlar için çoğu zaman boşa çabalıyor veya olaylara dahil oluyor veya çözüm için uğraşıyordum. Pek çok kişi gibi yaşadığım olayların farkında bile olmadan, sağ sol kroşelerle boksör oluyordum. Ben farkında değildim ama sanırım başkaları beni boksör zannediyordu.

Nadir Elibol

26 Ağustos 2014

Ankara-İstanbul

Comments are closed.